125 13 25
                                    

Bağımlılık, yaşadığı bu sonsuz yerde hiçbir insanın başına gelmeyen bir durumdu.

Kolayca anlaşılabilirdi  anlamı, fakat bu yerde insanlar bu kelimeyi çok uzun zamandır kullanmayı bıraktığından dolayı anlamını hatırlamıyordu.

Bir insan bir şeye neden bağımlı olurdu ki?
Arzularının bilincini ele geçirmesine nasıl izin verirdi? Nasıl bu kadar şehvetine düşkün olur, nefsine hakim olamazdı?
Gerçekten bağımlı olmak bunlardan mı ibaretti?

Bilmiyordu, anlamını bu yüzden bir türlü kafasında otutturamıyordu.
Zamanında var olmayan bir kavramı hayal edebilmek, yaratmak kadar zordu.
Bu zamanda ve bu yerde bu türden bir değer yoktu.
Kimse kimseye ya da hiçbir şeye bağımlı olmazdı.

Tanrı'nın uğruna günahkar olarak yarattığı insana bahşettiği özgürlük ancak bu kadar zirvede olabilirdi.

Bu denli özgür ve zevklerine hakim olan bir toplum sizlere de oldukça çelişkili gelmiştir. İnsan çelişkiler olmadan yaşayamayan bir varlıktı ve bazen farkına bile varamıyordu, bu genç kızın yeni yeni keşfettiği bir gerçekti.

Bağımlılık dışında toplumundan olmayan birçok yabancı kavramı irdelemeyi başarmıştı.
Sadece bir şeye nasıl bağımlı olunur merak ediyordu.

Merakı onu her gün dürtüyor ve türlü günahları fısıldıyordu kulağına.
Belki de şeytandı fısıldayan. Tüm sinsiliğiyle yoldan çıkmasını fısıldıyordu ve bunu öyle bir ustalıkta beceriyordu ki genç kız kendi isteği olduğunu sanıyordu.

En sonunda bu güçlü arzuyu
gömemeyeceğini fark etti ve en özgür olma yolunda özgürlüğünü satmaya karar verdi.
Merak, en kötü duygudur demişti annesi çocukken.
Onu şimdi daha iyi anlayabiliyordu fakat bir kez girmişti bu yola, geri dönmesi imkansızdı.
Sanki biri uçurumun kenarına sürüklemişti ruhunu, geldiği yolu da paramparça etmişti.

Ya cesaret edip atlayacaktı ya da çürüyüp gidecekti.

Annesi ve kardeşleri testiyle su taşırken babası bahçeyi çapalıyordu.
Hepsi öyle mutlu görünüyor, o kadar çok bu anlamsız gündelik hayatın getirdiği zorunlulukları yapmaktan zevk alıyor gibi görünüyorlardı ki bazen onlara imreniyordu.

Her zaman parıldayan güneş
yakıcılığını saçarken halkının en çok anlatılan efsanelerinin birinin kaynağına gitti.
Oldukça yürüdükten sonra bulmuştu kırmızı golü.

Söylediklerine göre bu göl, eski zevk düşkünü insanların içtiği şarap* adındaki bir sıvıyla doluydu.

Şeytan asla terk etmeyecekti belli ki düşüncelerini. Tereddütle adım attı ve kıyısına oturdu.
Elleri istemi dışında titrerken kafasında dönenler keskindi. Vazgeçmeye niyeti yoktu.

Çantasından tasını çıkardı ve titremesi biraz daha azaldığı için rahat bir tavırla suya daldırdı.

Parlayan kırmızı sıvı bütün albenisiyle kendisine bakıyordu.
Aralarında sadece iki üç santim vardı. Adeta kendisine sesleniyor, içmesi için yalvarıyordu.

Sertçe yutkundu ve bu sefer hissettiklerinden de fazlası olarak geri dönüşü olmayan bu yolda kararlılığını sürdürerek dudaklarını üstüne kapattı.

O an dünyası alt üst oldu.
Gerçek ve gerçek dışı bir araya geldi. Bütün bildiklerinin saçmalığın, yetersizliğini ve yanlışlığını kavradı. Güneş daha da çok parlıyordu sanki. Her şey daha detaylı, hatları daha keskindi.
Ağaçlar farklıydı, kuşlar, çimenler, annesi, babası, kardeşleri, arkadaşları...
Hepsine daha farklı bakıyordu.
En özgür olma yolunda  özgürlüğünü satmıştı bir kere.
O zaman bu günahının devamının geleceğini anladı.
Çünkü her şey daha anlamlıydı.
Her şey daha netti.

«•deadly wine•»Où les histoires vivent. Découvrez maintenant