Piyanomun başından topal adımlarla kalktım. Sabah olmak üzereydi, dün gece şeytanlar beni bir türlü rahat bırakmamıştı ve ben her zamanki sığınağıma, müziğe koşmuştum. Fakat müzik bile yeterli gelmemişti. Sıkıntım her saniye daha da büyüyor gibiydi. Pencereye doğru yürüdüm.
Seneler, diye düşündüm, senelerdir bu eski piyanonun önünde yazıp, çalıp duruyorum. Yazdığım yer, pozisyon, hatta ben bile değiştim ama o hiç değişmedi. Piyanoma ilk kavuştuğum günü hatırladım.
Hogwarts'a dönmeden bir gün önce, 31 Ağustos günüydü. O günün özel bir gün olduğunu bile anımsayamadan kahvaltıdan sonra odama, eşyalarımı toplamaya çıkmıştım. Annemin bağırmaları sonucu aşağıya indiğimde evrendeki sevdiğim herkesle karşılaşacağımı bilmiyorum. Uzun bir mutluluk ve kutlama evresinin ardından sinsice yanıma yaklaşmıştı.
"Doğum günün kutlu olsun, Lily Luna Potter." Ve yanı başında piyanomu gördüm. İlk kez o gün sarılmıştım ona. Fakat son değildi. Penceredeki yansımamı görüp acı acı gülümsedim. Bana hediye ettiği piyano, onun adına yazılmış yüzlerce şarkıyı dünyaya getirmişti. Dünya üzerinde binlerce büyücü dinlemiş, bazen üzülmüş bazen sevinmişti bu şarkılarla. Acaba Scorpius da dinlemiş midir, diye düşündüm. Kendine yazıldığını anlamış mıdır? Biliyor mudur? Beni hiç özlemiş midir?
Tüm bu kargaşa, kavga boşunaydı. Malfoy'ların en genci bugün evleniyordu. Sonsuza dek başka birine ait olmak için yemin edecekti. Hem de çok tanıdık birine. Başka bir hatıra beynime üşüştü.
Hayatımda hiç bu kadar ağlamamıştım. Elimde haber diye getirilen kağıt, yatağımın üstünde oturmuş celladımı bekliyordum. Gözlerimin şiş ve kırmızı olduğuna emindim.
Belki dakikalar, belki saatler sonra uzun, turuncu saçlarını savurarak içeri girdi. Saçları neredeyse kalçasına geliyordu, düzensiz görünüyordu. Yüzünde yer etmiş ukalalığın bir an bile silinmesi mümkün değildi. Çilleri iyice belirginleşmişti, tatlıydı. Fakat noksandı. Asaletten noksandı.
"En azından bir kaç hafta bekleseydin, Rose?" diye fısıldadım. Tek kaşımı kaldırmıştım. Muhtemelen Gryffindor'dan puan kırmaya hazırlanan Snape'e benziyordum.
Gülümsedi ve "Anlamadım." dedi. Ellerimi birbirine kenetledim.
"Scorpius'un üstüne atlamak için, diyorum. Biraz bekleseydin." Ayağa kalktım ve ona doğru yürüdüm. "11 yaşımdan beri Scorpius'a aşık olduğumu biliyorsun, değil mi? Tıpkı ayrılık haberimiz gibi bunu da ilk önce seninle paylaşmıştım çünkü. Fakat kuzenimin böylesi bir canavar olduğunu anlayamayacak kadar saftım."
"Kes sesini. Haydi Scorpius neyse, onu hayatım boyunca affetmeyeceğim. Ama sen, Rosie? Sen benim kardeşimdin. Albus'tan, James'ten ayırmadım seni. Kendimden önce seni düşündüm her zaman. Her zaman. Bu mu? Bu mu karşılığı?"
Üzgün gibi görünüyordu. Ağzını açmaya çalıştığında fırsat vermedim. "Sakın bana masum numarası yapma, Rose. Ve evimden defol. Hah, defolmadan önce," arkamı dönüp kitaplığa yürüdüm, "şunu bil ki bir daha ne benimle, ne de ailemle -anne ve babam da dahil- aran şimdiki gibi olmayacak. Seni sildim, Rose, ailemin de aynısını yapması için elimden geleni yapacağım." Kuzenime döndüm, kelebek gibi titriyordu. "Sen hala burda mısın?" diye bağırdım. Var gücümü kullanıyordum. "Defol."
Vitrinden çıkardığım kadehe şarabımı döktüm. Bu bir veda kutlamasıydı. Hayallerime, çocukluğuma bir veda. En sevdiğim yeşil elbiseme bir veda.
Heyecandan ölmek üzereydim. Bomboş Hogwarts koridorlarından birinde onu beklerken düşüp bayılacağımdan korkuyordum. Herkes Büyük Salon'daydı, biz ise biraz sansasyonel olması için geç girmeyi planlamıştık. Sırtımda elini hissettiğim zaman kalp krizi geçireceğimi sanmıştım. Üstüme oturttuğum zümrüt yeşili elbisem gözlerimle ve Scorpius'un kravatıyla bütünleşmişti.
Büyük Salon'a girdiğim zaman sadece bakışlar hissettim üzerimde. İnsanların şaşkın bakışlarını. Albus'un sevinçli, James'in gergin, babamın bunun-olacağını-biliyordum kodlu, annemin benim için mutlu bakışlarını. Ve onlarcası. Dans için ayrılan alana giderken sol tarafta bir masanın başında dikilen Draco Malfoy'u görmüştüm. Oğlunun mezuniyetinden geri kalmak istemediği barizdi. Kadehini kaldırıp bana göz kırptı.
Scorpius beni kendine çekmişti ve dans pozisyonuna geçmiştik. "Nefes al, Lily." dedikten sonra çalan şarkının sözlerini kulağıma fısıldamaya başladı.
Cause we were just kids when we fell in love Not knowing what it was I will not give you up this time
darling, just kiss me slow your heart is all i own
baby i'm dancing in the dark with you between my arms barefoot on the grass we listening to our favorite song
when you said you look a mess
i whispered underneath my breath but you heard it
darling, you look perfect tonight
Yenilmiştim. Kendime yenilmiştim. Hislerime, hayata, aşka yenilmiştim. Şarkılara yenilmiştim. Buz mavisi gözlere. Kara Göl'ün önünde beni yumuşakça öpen çocuğa yenilmiştim.
Kanmıştım. Benden vazgeçmeyeceğine dair ettiği yeminlere kanmıştım. Her sabah kocaman bir gülümsemeyle beni bekleyen yüzüne kanmıştım. Benim için ölüme yürümesine kanmıştım. Onun için ölüme yürümeyi göze alışıma kanmıştım.
Ayakta durmakta zorlanarak yatağıma yürüdüm ve kendimi yüz üstü bıraktım. Açıkta kalmaya zorlanan gözlerimi huzur bulmak amacıyla sımsıkı kapattım.
Ve kendimi uykunun kollarına bıraktım,
bir daha uyanmamayı dileyerek.
Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.