Kahraman İki

17 1 0
                                    

Keçileri otlatmaya çıktığı sıradan günlerden biriydi. Otlatma demişken, keçiler zaten hep oradaydı. Oysaki tek yaptığı, orada olduğu sürece havaya bakmak; keçiler otlarken Uçan Gorghy'lerin saldırılarından -sezinleyebildiği olursa- ses/gürültü çıkararak, keçilerin korunmasını sağlamaktı. Bunun için de gün ağarırken yanlarına gider, hava karardıktan sonra da evine dönerdi.

Uçan Gorghy'ler çok akıllı değillerdi ve geceleri saldırmazlardı ama bulutların üstünden uçtukları için harekete geçene kadar nereden saldıracakları bilinmezdi, havanın çok açık olduğu günler hariç. Harekete geçmeleri demek de, bulutun ardında görünmeden hemen önce gelen bir çığlık ve bulutun ardından çıktıktan sonraki birkaç saniye ile sınırlıydı. Öncelikle çok hızlılardı, tamam akıllı değillerdi, manevra kabiliyetleri pek yoktu ama güçlü ve hızlı olmaları çok dikkatli değilsen engel olamayacağın bir ölüm ikilisi oluşturuyordu. Bu kısa süre içinde saldırdıkları yerden keçileri kaçırmak için yapabileceği tek şey bağırmak, ses çıkarmak ve fırsatını bulursa taş atmaktı. Gorghy'lere bir şey yapamayacağı için asıl hedefi keçi oluyordu tabii ki. Çok değil birkaç adım yana gitmeleri dalışları savuşturmaya yetiyordu çünkü diklemesine yapardı hamlesini.

İşin kötü tarafı, konunun Keçi ile çözülmek zorunda olmasıydı. Dikine ya da geriye attığı bir iki adımın hiç yararı yoktu. Bir de dik yamaçlara çıkanlar için yapılacak bir şey yoktu; aşağı inmedikleri sürece sorun yoktu, kayalıklardan yiyecek toplayamıyordu Gorghy'ler. Aşağı inene kadar sağamıyorlardı o ayrı.

Büyük olasılıkla çığlıklarını hayatı boyunca unutmayacaktı. Gece rüyasında duyup yataktan fırladığı zamanlar bile oluyordu. Daha önceleri öldürmeye de çalışmışlardı ama şu tüylerini bir türlü aşamamışlardı. Ne fırlattılarsa çarpıp geri düşüyordu. Hatta Büyük Savaş'tan kalan bir gergedan boynuzu getirmişti Rahmoor -ki peltek olduğu için herkes ona Yağmur derdi; peltekliğinden kendine Yağmur derdi zaten-. Bu boynuzun her şeyi delip geçeceğini söylemişti, gözleriyle görmüştü hepsini yoksa niye desin ki? Fakat o boynuzdan yapılmış ok, mızrak dahi zarar vermemişti.

Asıl kızdığı keçiler değildi tabii. Yetiştirecek başka hayvan yok muydu da keçiyi seçmişti ailesi. Onları bir yerde toplaması çok zordu hem olur olmadık yerlere çıkmaları ve bunu her gün yapmaları işinin asıl zorluğunu oluşturuyordu. Neymiş?

-Keçi sütü iyiymiş...-

-Öldükten sonra ne yararı var?..-

Yiyeceği sırtına asılı, hava aydınlanmaya başlarken çıkmıştı yola. Yemek dediği kurumuş ekmeğe sarılı sert keçi peyniri ve tabii ki keçi sütünden yoğurt. Çok susarsa, yakaladığı bir keçinin sütü, ne olacak başka; keçi suyu, yediği ekmekte bile alıyordu tadını. Keçileri kaçırmaya ramak kalmıştı.

Şu önündeki tepeyi aşınca görecekti onları. Daha hava ağarmadığı için bir tehlike olmamalıydı ama gene de gel anlat, şu pır pır atan kalbine. Bugünün diğerlerinden bir farkı yoktu, her güne bu çarpıntıyla başlardı Amad.

Amad gençliğe doğru evrilen çocuk sayılırdı. Masmavi gözleri, sapsarı saçları vardı. Olmasına vardı da sevmezdi saçını, birkaç gün arayla kazıtırdı evdekilere. Öyle boş dolaşayım hevesleri yoktu; verilen işi yapar, gece yatar, hülyalara dalmazdı. Sürekli tetikte olmanın verdiği yorgunluktan olsa gerek eve geldiği an yatar uyurdu, belki de uykuyu seviyordu, bilmiyordu. Kendisiyle bilinçli olarak boş kaldığı tek vakit sabah gün ağarırken yaylaya gidiş, akşam gün batınca da dönüşüydü. Akşam bir şey göremediği kesindi çünkü hava tam kararmadan dönemezdi yayladan fakat sabah günün aydınlanmasına şahit olur ve belki de en çok bunu severdi. Zayıf olmasa da kilolu değildi, bunun nedeni sağlıklı keçi sütünden/etinden mi, bıktığından dolayı az yemesinden mi hiç bilemeyecekti.

H A ÇWhere stories live. Discover now