"Anne, sende mi?" diyen Eylem adeta annesine yavru köpek bakışları atıyordu.

"Ben diyeceğimi dedim." diyen Efsun Hanım'sa bu bakışları görmezden gelip salondan çıktı.

Eylem, tüm ailesinin karşısında olmasına içerlemişti. Sıkılmıştı işte. Aylarca hastanede kalmış ve tatilini doyasıya yaşayamamıştı. Zaten kışı da ders çalışarak geçirmişti. Ne vardı yani okula başlamadan önce biraz eğlenmek istediyse? Suçu bu muydu genç kızın?

"Madem bu kadar suçluyum asın beni o zaman." diye mırıldandı. Mert'se bir süredir izlediği kardeşinin sözlerini duymuş ve bu sözlerle kaşlarını çatmıştı.

"O ne biçim bir laf öyle?"

"Öyle bir laf işte." Genç kız başını pencereye çevirip abisini görmezden gelmeyi hedeflemişti. Fakat Mert'in buna izin vereceğini düşünmekle hata etmişti.

"Hatırlıyor musun?" dedi Mert. "Küçükken Mahir Dedemizin çiftliğine giderdik. Orada çok eğlenirdik ve eve dönme vakti geldiğinde dedemle babannemin bacaklarına sarılır, bizi göndermemelerini isterdik." Genç kız abisinin anlattıklarıyla ister istemez gülümsemişti ama dönüp anıları konuşmayacak kadar gururluydu. "Doğum günümde yine çiftlikteydik. Sanırım bir on beş yıl olmuştur. Neyse. Dönme vakti geldiğinde yine onlara bizi göndermemeleri için yalvarmıştık. Dedemse bir sonraki gelişimizde bize bir sürpriz yapacağını ama o gün gitmemiz gerektiğini söylemişti. İki hafta sonraysa çiftliğe gitmiş ve bir ağaç eve sahip olduğumuzu öğrenmiştik. Dedem iki hafta boyunca bize orayı yapmak için uğraşmıştı."

"Bundan ne çıkartmam gerekiyor?" Diyen Eylem anılardaki mutluluğunu abisine yansıtmamak için büyük bir çaba sarf ediyordu.

"Hafta sonunu çiftlikte geçirmeye ne dersin?" Abisinin sorusu üzerine ağzı kulaklarına varan Eylem, "Canım abim!" diyerek Mert'in boynuna atladı.

***

Vücudunun senkronize bir şekilde hareket etmesi ve çalan müziğe uyum sağlaması kendini ifade edebilmenin bir diğer yoluydu. Ayakları birbiri ardına ilerlerken ve vücudu kıvrak hareketler ile dalgalanırken, içinde kalanların dışa vurumu gibiydi her bir hareketi. Yalnız olmadığı zamanlar bulamadığı o özgürlük ve kendi gibi olma duygusunu bir nebze de olsa hissediyordu.

Sahi en son ne zaman kendi gibi olmuştu? Ne zaman ruhu ile birlikte içindeki çocuğu dışarı çıkarmıştı?

Aklına gelen düşünceler ile duraksar gibi oldu genç kadın.

Ruhu can çekişiyorken o, içinde yarım kalmış çocuğa salıncak kurup göğe doğru uğurluyordu.

Tam değildi, yarımdı bazı şeylere.

Bir kaç hareketten sonra çalan müziği kapatıp toparlandı. Odasının duvarındaki saat bu kadar hareketin yeterli olduğunu gösteriyordu. Zira birazdan annesi kahvaltıya çağırmak için gelebilirdi.

Banyoya gidip kısa bir duş aldıktan sonra üzerini değişmek için dolabının karşısına geçti. Fazla düşünmeden ilk gördüğü sade mavi elbiseyi eline aldı ve üzerine geçirdi. Daha sonra aynanın karşısına geçip saçlarını kurutmak için büyük bir savaş verdi. Tarayıp düzgün durmalarını sağladıktan sonra ise kapıya yönelip merdivenlerden aşağı inmeye başladı.

Masada yerlerini alan annesi ve babasına bakıp bir baş selamı vererek o da kendi yerine kuruldu. Kahvaltı masası yine şahaneydi. Nitekim guruldayan midesi de onunla hemfikirdi. Kahvaltısına odaklanmış midesini memnun etmek ile uğraşırken babasının sesini duydu.

"İki hafta sonra şirketin kuruluş yıldönümü. Bu yüzden bir otelde kutlama yapılacak. Kıyafet sorunu çözmüşsünüzdür umarım. Sonra gelip bana ağlamayın da. "

Son cümlesinde yüzünde bir gülümseme belirdi babasının. Bilirdi; hem karısı hem de kızı zor beğenirdi. Bu yüzden her ne kadar iki hafta önce bu kutlama ile ilgili onları bilgilendirsede tekrar etme gereği hissetmişti.

Güldü karısı.

"Merak etme. Biz sen dedikten sonra hallettik kıyafet mevzusunu. Yani korktuğun gibi bir sorun yok hayatım."

Kızları ise onları gülerek izliyordu. Acaba bir gün babası gibi bir adam girer miydi hayatına? Hoş bu eksik hâliyle onu kim ne yapsındı? İçi burkuldu genç kızın. Bu farkında olmadan yüzüne de yansımıştı.

Babası annesi ile olan minik tatlı atışmasında kızının suratındaki buruk gülümsemeyi farketti. Endişelendi adam. Ne olmuştu prensesine bu kadar ki gözünde gri bulutlar birikmişti. Eşinin baktığı yere, kızına bakışlarını çeviren kadında aynı şeyleri düşünüyordu.

"Duru, Kızım. " diye seslendi yavrusuna kadın. Genç kız ona seslenen annesiyle daldığı düşüncelerden çıkmış annesine çevirmişti bakışlarını. Sonra babasının da ona olan bakışlarını farketti. Durgunlaşması dikkatlerini çekmişti anne ve babasının demekki.

"Neden o güzel gözlerin bulutlandı senin öyle."

Hiç anlamında omuz silkti genç kız. Zira diline prangalar koyması onun suçu değildi. Bu yüzden istese de cevap veremezdi. Zaten annesi ve babası da fazla üstelemediler. Hep birlikte kahvaltılarını yapmaya devam ettiler sükûnet ile.

Dilinde kaç cümle birikmişti söylemek isteyip de sustuğu bilmiyordu genç kız. Eksikti. Yarımdı. Ve bu çoğu zaman hayatını etkiliyordu.

Duygularını ve düşüncelerini birine anlatamıyordu mesela. Hoş anlatacak bir arkadaşı yoktu ki. Kim eksik ve yarım olan biri ile arkadaş olmak isterdi? İstemiyorlardı işte Duru'yu. Not için yanına gelenler vardı, evet ama sadece bu kadardı. Kimse yakınlık kurmak istemiyordu onunla.

Belki bir gün dedi genç kız içinden. Bir gün onu kaybolduğu bu karanlık sokaklardan biri çekip kurtarırdı. Yalnızlığına hapis olan duygularının kefaretini biri öderdi kim bilir?

Nitekim umut var oldukça pes etmek nedir bilmezdi insanoğlu.

Hala nefes alıyorsak, umut hep  vardı.

*************

Selamlar! Biz geldik. Penna ve kendi adıma konuşacak olursam uzun zamandır bu bölümü tamamlamaya çalışıyorduk. Ve bölüm biter bitmez de sizlerle buluşturmaya karar verdik Sessiz Melek'imizi. Umarım sevmişsinizdir. Yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyoruz. Seviliyorsunuz. ❤️

Sessiz MelekDonde viven las historias. Descúbrelo ahora