Sultan

11 1 0
                                    

     Nasim, sabahın ilk ışıklarının gözüne girmesine daha çok hareketsiz kalamadı. İlk önce ellerini gözüne götürdü. Ellerinin kan koktuğunu fark edince daha yakına sokup onları iyice kokladı. Evet, kan kokuyorlardı. Kan ve metal. Aldığı canlardan emin olabilmek için parmakları bembeyaz olana kadar sıkardı kılıcı. Bazen her ne kadar öldü gibi görünse de cesede darbeler indirmeye devam ederdi. Tekrar ve tekrar. Kılıç eti ve kemiği delip geçerken, o bundan büyük bir zevk alıyordu.
     Yerden kalktı, yattığı bahçeden gökyüzüne baktı. Bulutsuz ve güneşli bir sabahtı. Birkaç hafta önce büyük bir fırtına kopmuş ve civar köyler darmadağın olmuştu. Yardım dilenen köylüler kale surlarının içine girmişlerdi. Kalede büyük bir kıtlık da başlamıştı. Nasim, bulunduğu bahçenin bağlı bulunduğu binaya ilerledi. Yüzyıllar önce yapılmış olması gereken taştan binanın denize yakın kısımları yosun tutmuştu. "Dağın tepesinde de olsak, nem taşa daha çok zarar veriyor." diye düşündü Nasim. İlerlemeye devam etti. Burası ona yabancı sayılırdı. Yaklaşık üç yıl önce gelmişti buraya. Onu buraya kumandanı Şehimkir yollamıştı. Buraya alelade bir pençik askeri gibi gelmiş ve kaleye girmişti. Başta getir-götür işleri yapmış, kale ahalisinin güvenini sağladıktan sonra ise yüksek mertebeli devlet adamlarının hizmetine verilmişti. Şimdi ise yıllar önce buraya gelmesinin sebebi gerçekleşiyordu. Dün, saray hizmetlerinden sorumlu biri onu Büyük Hükümdar'ın hizmetine atamıştı. Çünkü bugün büyük bir Moğol elçi grubu ağarlanacaktı. Barış müzakereleri öncesi bir ziyafet verilecekti. Moğolların elçi yollamak gibi bir alışkanlıkları yoktu ve bu bazı şüpheler uyandırıyordu.
     Nasim hemen mutfağa indi. Aşçıbaşının isteği doğrultusunda , kilerden çuvallar taşıdı ve uzunca bir süre avlanan tavukların tüylerini yoldu. Hepsini bitirince yüksekteki pencereden gelen sese kulak verdi: bağrışma ve telaş sesleri. Demek ki Moğollar saraya gelmek üzereydi. Borazan gibi üflemeli bir çalgının sesi koridorlarda yankılandı. Ziyafet başlıyordu. Nasim yolduğu tavukların üzerinden atlayarak mutfağa girdi. Aşçı oldukça meşguldü. Nasim'in dışarı çıktığını bile görmedi. Nasim mutfaktan çıkınca, uzun bir koridora geldi. Bir ayrıma gelene kadar hızlı hızlı yürüdü. Ayrıma gelince soldan girdi ve altın yola çıktı. Ulu Hükümdar'ın hususi alanı. Odalar sağda ve solda sıralanmıştı. Büyükçe altın işlemeli kapıya gelince durdu Nasim. Dar aralıktan içeri baktı. Ulu Hükümdar içerdeydi. Yanında iki de yardımcısı vardı. Bunlar mavi giyinmiş uzunca iki erkekti. Nasim kapıyı iyice araladı ve içeri girdi. "Sultanım, haber geldi, misafirler kaleye gelmiş. Ziyafet için arz odasına bekleniyorsunuz." dedi Nasim. Ulu Hükümdar bakışlarını aynadan, Nasim'e çevirdi. Sultanın üzerinde altın renkli bir iç elbise vardı. Beline kadar sıralanmış düğmelerinin ortasında parlak taşlar vardı.
     Sultan başını salladı ve herkesin odadan çıkmasını emretti. Mavi giymiş hizmetçiler odadan çıktılar. Nasim de kapıya yönelince, Ulu Hükümdar:"Bekle çocuk!" dedi. Nasim'in yaşı elbette ki fazlaca değildi ama çocuk da sayılmazdı. Geriye döndü. "Şu kaftanı getir bakalım." dedi Sultan ve aynaya bakmaya devam etti. Nasim kaftanı almak için odanın diğer köşesind gitti. Kaftanı eline aldı. Bu sırada kuşağından çıkardığı küçük şişenin içindekini kaftanın iç astarına ve özellikle açıkta kalan boyun kısmına sürdü. Bu ikinci bir önlemdi ancak gerekli idi. Kaftanı Sultan'a giydirdi ve odadan çıktı. Ziyafet odasına yöneldi .
     Ziyafet başlamıştı. Sırasıyla Moğol elçiler ve Sultan geldi. Sultan herkesi selamlayıp, ziyafeti başlattı. Yemeğinden birkaç kaşık aldı ve sonra kaftanı çıkarması için hizmetkarlara emir verdi. Kaftanı çıkarılmasına rağmen hala rahatsız oluyordu. Boynunun arkası kaşınıyordu. Dayanılmaz bir dereceye gelince yanındaki muhafızlarla beraber kalkıp odasına yöneldi. Nasim de onlara yakın gitmeye başladı. Sultan odasının önüne gelince içeriye kimsenin gelmemesini ve bir hekimin çağrılmasını buyurdu. Odasına girdi ve kapılar iyice kapandı. Nasim bunu görünce sağdaki koridora sapıp koşmaya başladı. Devam edip sola girince önüne iki pervazı da sonuna kadar açılmış büyükçe bir pencere çıktı. Pencereden dışarı çıkıp yandaki taşlara tutundu. Taşlar nemden dolayı kayganlaşmıştı ama bunlar Nasim'i durdurmazdı. Sonuçta yıllardır bu anı bekliyordu. Sağa doğru kaymaya başladı. Yaklaşık on beş metreyi böyle gidince bir pencere daha gördü.  Ancak bu kapalıydı. Oysa açık olması gerekiyordu. İçine garip bir his düştü. Ne yapacaktı şimdi? Kaftana sürdüğü zehir tek başına öldürmeye yeter miydi? Elbette yetmezdi. Bu pencereden içeri girmesi lazımdı. Tam bu sırada pencereden tıkırtılar geldi ve bir pervazı açıldı. Pencereyi açan el tir tir titriyordu. El geri gitti ve birkaç adım sesi geldi. Adımlar kesilince Nasim kendini içeri attı. Çok ses çıkmamıştı. Deri pabuçları önceden sadece bu iş için hazırlanmıştı. Odaya bir göz gezdirdi. Birkaç saat önce geldiği odaydı bu. Sultan'ın odası. Gözleri Sultan'ı aradı. Sultan yatakta yatmıştı. Elleri titriyordu. Ayrıca dudağı arada bir açılıyor ve bir şeyler söylüyordu. "Dua olmalı..." diye düşündü Nasim. 
     Yatağa doğru ilerleyen Nasim , arkasındaki hançeri çıkardı. Kıvrımlı hançer odanın içinde parladı. Hiçbir şeyden habersiz olan Sultan hala yatağında yatıyordu. Nasim yatağa yanaştı. Eliyle Sultan'ın ağzını kapattı. Kulağına fısıldadı: "Alamut'tan selam var." Bunu duyan Sultan ağzını kapatan ele karşı çıkmak için çırpınmaya başladı. Bu sırada. Nasim diğer elindeki hançerle Sultan'ın boğazını boydan boya kesti. Kan fışkırırken Nasim kuşağından çıkardığı kağıdı masanın üzerine koydu ve üzerine bir hançer sapladı.
     Nasim masada notla uğraşırken altın kapı, sessizliği bozarcasına açıldı ve dışardaki ışık içeri girdi. Nasim oracıkta donmuştu. Ne yapacağını bilemedi. Eğer yakalanırsa mutlak surette öldürülürdü. Hemen bir şey düşünmesi lazımdı.
    
     

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Jun 17, 2019 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

SuikastçiWhere stories live. Discover now