İlerideki tepenin zirvesinde bir çoban ateşi yanıyordu; güçlükle seçebildiğim insanlar abartılı el kol hareketleriyle beni yanlarına çağırıyorlardı. Dönüp korku içinde yeniden deniz tarafına baktım. Yol seviyesinde kırılan iki dalganın köpürmüş suları korkunç bir devin beyaz kolları gibi bana doğru uzanıyordu. Dalganın menzilinden kaçmaya yönelik gayretim yeterli olmadı, kırılan ilk dalganın çağlayarak ilerleyen suları bana yetişti ve korkunç şiddetiyle ayaklarımı yerden kesti. Suyun bulanık çalkantısı içinde debelenirken galiba ikinci dalganın suları da bulunduğum noktaya ulaştı, çünkü suyun içinde tam dengemi sağladım derken yeniden tepetaklak oldum. Ciğerlerim patlayacak gibi olmuştu çünkü bir türlü yüzeye çıkamıyordum. Gücümü toplamak için kendimi bir süre akıntıya bıraktım, ardından güçlü bir hamleyle başımı suyun yüzeyine çıkardım. Yüzeye çıkar çıkmaz derin nefesler aldım ve çevremi kontrol ettim. Ufuktan gelen yeni bir dalga olmadığı için deniz şimdi yatağına doğru çekiliyordu, yukarıya doğru koşarak kat ettiğim mesafeyi suyun içinde geriye doğru sürüklenerek kaybediyordum. Denize doğru yönelmiş olan akıntı müthişti, değil geriye doğru yüzmek suyun üzerinde durmak bile bir meseleydi.

Bir şeylere tutunmam gerektiği açıktı. Suyun üzerinde sadece bir çınar ağacının dalları ve otelin ana binasının üst katları görünüyordu. Daha ulaşılabilir görünen çınar ağacına doğru tüm gücümle yüzmeye başladım. Şimdi eskiden yolun olduğu noktayı geçmiş, çağıldayarak akan suların içinde debelenerek ilerliyordum. Su soğuktu, nefesim kesilmek üzereydi ve ulaşmayı hedeflediğim çınar ağacına epeyce mesafe vardı. Galiba tansiyonum düşmüştü, çünkü artık suya batıp çıktıkça gözlerim kararıyordu, bedenimi sağa sola savuran anaforlara karşı koyacak gücüm kalmamıştı. Kim olduğumu ve başıma ne geldiğini bilmeden ölecek olmak ağırıma gidiyordu. Durumun beni en çok kaygılandıran tarafı korumak zorunda olduğum bir ailemin bulunması ihtimaliydi. Eğer ölürsem bu kızılca kıyamette onları yüzüstü bırakmış olacaktım.

Artık çınarın bulunduğu noktaya iyice yaklaşmıştım. Son bir gayretle çınara doğru yüzmeye devam ettim. Karanlık suların iç içe geçerek kaynaştığı bu kaos ortamında bir yan akıntı çınarın dallarından birini yakalamama yardımcı oldu. Dala yıllar sonra kavuştuğum sevgilimmiş gibi büyük bir istekle sarıldım. Kalbimin gümbürdeyerek atışını kafatasımın içinde hissediyor, deniz suyu bedenimin alt kısmını yalayarak yatağına çekilirken derin nefesler alarak titriyordum. Altımdaki sular alçalınca havada asılı kalmıştım, bacaklarımı ağacın dallarına sararak kollarıma binen yükü azalttım. Doğrulup bir üst dala tutunarak ağacın dalına oturdum. Başımı kaldırıp gökyüzüne bakınca havanın tekinsiz bir biçimde berraklaştığını ve yıldızların uzansam yakalayabilecekmişim gibi yakına geldiğini fark ettim. Galiba kıyamet kopuyordu ve içimden bir ses günahsız olmadığımı söylüyordu.

Deniz bulunduğum yerin aşağısına kadar çekilmişti ve yıldızların gümüş rengi ışığı altında sakince kıpırdanıyordu. Hafifçe esen rüzgâr ıslak giysilerime vurduğu için titriyordum, bir an önce ağaçtan inip kurulansam iyi olacaktı. Tsunami dalgalarına kapılmadan önce ulaşmaya çalıştığım tepenin üzerinde yanan ateş şimdi büyümüştü. O anda o ateşin başında olmayı istediğim için kendimi aşağıya bırakıverdim. Yere çarptığım anda daha önce burkulmuş olan bileğimde dayanılmaz bir acı hissettim ve deniz suyunun çamurlaştırdığı toprağın üzerinde birkaç takla attım. Feci halde sızlayan bileğime aldırmadan ayağa kalktım ve tepeye doğru seğirtmeye başladım. Denizin yeniden kabararak beni yutmasından korkuyordum ve bu kaygı çok da temelsiz sayılmazdı; ayağımın altındaki toprak sarsıldığına göre galiba yeni bir deprem oluyordu.

Tepeye vardığımda orada bir düzine kadar insan olduğunu gördüm, yüzüm gözüm çamur içinde olduğu için enkaz altından çıktığımı sandılar galiba, uzun boylu bir kadın enkaz altında başkalarının da olup olmadığını sordu, ardından sırt çantasından çıkardığı suyu avcuma döküp yüzümü yıkamamı sağladı.

Kıyametin Yedi GünüWhere stories live. Discover now