Şimdi birden, imalar yerine çocuğun suçunu konuşma maskesi ardında kendi itirafını yapmak için sonunda bir fırsat bulduğunu hissetmişti. Bir rahatlama duygusuna kapılarak, örtük biçimde günah çıkartıp merhamet dileyebileceğini düşündü. Çünkü Irene'nin kızından yana çıkmasını olumlu karşılarsa, bunu kendini savunma cesaretini göstermek için bir işaret kabul edebilirdi.

"Söylesene Fritz," dedi, "çocukları yarın eğlenceye göndermeyecek misin gerçekten de? Çok üzülecekler, özellikle de küçük. Yaptığı o kadar da kötü bir şey değildi. Niçin bu kadar sert bir ceza veriyorsun? Küçük kızına acımıyor musun hiç?"

Kocası yüzüne baktı. Sonra rahatça oturdu. Konuyu ayrıntılı olarak ele almaya istekli görünüyordu ve Irene hem rahatlatıcı hem ürkütücü bir önseziyle onun her sözcüğünü irdeleyerek tartışacağını hissediyordu. Kocasının muhtemelen kasıtlı olarak uzattığı suskunluğun sona ermesini sabırsızlıkla bekledi.

"Küçüğe acıyıp acımadığımı sordun, değil mi? Cevabım, artık acımıyorum, olacak. Çünkü bu zor gelse de, cezalandırıldığı andan itibaren içi rahatlamıştır. Asıl dün mutsuzdu, zavallı atı kırıp ocağa attıktan sonra evdeki herkes onu ararken, her an, her dakika bulunacağı korkusuyla yaşıyordu. Korku cezadan çok daha beterdir, çünkü ceza bellidir, ağır da olsa, hafif de, hiçbir zaman belirsizliğin dehşeti kadar, o sonsuz gerilimin ürkünçlüğü kadar kötü değildir. Kızımız da cezası kesinleşir kesinleşmez hafifledi. Ağlaması seni şaşırtmamalı, bu sadece bir boşalmaydı, önceden baskı altında içinde duruyordu. İçte tutulan gözyaşları akıtılanlardan daha acıtıcıdır. O eğer çocuk olmasaydı veya içini en gizli noktasına kadar görme olanağımız olsaydı, inanıyorum ki aldığı cezaya ve döktüğü gözyaşlarına rağmen, dün olduğundan çok daha hoşnut olduğunu görürdük. Oysa dün, görünürde kaygısızca ortalıkta dolaşıyordu ve kimse onu suçlamıyordu." Irene başını kaldırdı. Kocasının her sözcüğüyle kendisini hedef aldığını sanıyordu. Ama kocası ona hiç dikkat etmeden, belki de yaptığı jesti yanlış anlayarak, daha da kararlı bir tonda devam etti:

"Bana inan, bu gerçekten böyledir. Bunu davalardan da, soruşturmalardan da biliyorum. Sanıklar en fazla, gerçeği gizlemelerinin, her şeyin anlaşılacağı tehlikesinin ve bir yalanı sayısız saldırı karşısında savunmak zorunda olmalarının üzerlerinde yarattığı o dehşetli baskının eziyetini çekerler. Suçun da, kanıtın da, belki kararın bile çoktan hâkimin elinin altında hazır olduğu davaları izlemek korkunçtur; eksik olan sadece itiraftır; o da sanığın içinde saklıdır ve ne kadar çekiştirse, zorlasa da bir türlü dışa vurulamaz. İtirafı, direnen etinin içinden bir kancayla yırtıp çıkartmak gerektiği için sanığın kıvranıp durmasını izlemek tüyler ürperticidir. Bazen yukarıda, gırtlağına yakın bir yerdedir, içeriden dayanılmaz bir güçle yukarı doğru itilir, sanık boğulacak gibi olur, neredeyse itiraf edecektir, o anda yine o karşı konulmaz uğursuz güce yenilir, o anlaşılması güç inat ve korkunun esiri olup itirafı gerisin geriye yutuverirler. Ve kavga yeniden başlar. Bazen hâkim böylesi durumlarda sanıktan çok daha fazla azap duyar. Oysa sanık, aslında yardımcısı olan hâkimi her zaman bir düşman olarak görür. Ve benim müvekkilimi itiraf etmemesi için avukatı olarak uyarmam, yalanlarını desteklemem ve pekiştirmem gerekir, değil mi? Ama içimde çoğunlukla bu cesareti bulamam; çünkü itiraf etmemek, itiraf edip de ceza almaktan daha büyük bir azap onlar için. Aslına bakarsan hâlâ anlayamadığım şey, insanın tehlikesini bilerek bir suçu işledikten sonra itiraf etme cesaretini bulamayışıdır. İtirafı engelleyen bu basit korkuyu her türlü suçtan daha zavallıca buluyorum."

"Sence... sence... insanları engelleyen şey, her zaman korku mudur? Acaba... acaba... utanç olamaz mı... herkesin önünde kendini ortaya koymanın... örtüsüz kalmanın utancı... olamaz mı?"

KorkuDonde viven las historias. Descúbrelo ahora