Ondaki bu değişimi ilk fark edenler çocukları, özellikle de oğlu oldu; çocuk mama'sini bu kadar çok evde görmekten duyduğu hayreti sıkıntı yaratan bir açıklıkla dile getirirken hizmetçiler aralarında fısıldaşmakla yetiniyor ve mürebbiyeyle karşılıklı fikir yürütüyorlardı. Irene, evde göze batan varlığına, bir kısmı çok iyi düşünülmüş çeşitli gerekçeler göstermek için çabalıyordu, fakat bu açıklamalarının yapaylığından, yıllar boyunca kendi evindeki varlığının ne kadar gereksizleşmiş olduğunu fark etti. Ne zaman bir işe el atmaya kalkışsa, bunu alışkanlıklarına müdahale gibi algılayan birilerinin itirazıyla karşılaşıyordu. Bütün alanlar doldurulmuş, Irene kendi evinin bünyesinde yabancı bir cisim gibi olmuştu. Ne yapacağını, zamanı nasıl geçireceğini bilemiyor çocuklarına yaklaşmayı bile başaramıyordu. İlgisinin aniden artmasını yeni bir denetim gibi algılayan çocuklar rahatsız oldular. Böyle yakınlaşma girişimlerinden birinde, yedi yaşındaki oğlu açıkça artık niçin gezmeye çıkmadığım sorduğunda Irene utançtan kızardığını hissetti. Yardıma kalkıştığı her yerde düzeni bozuyor, hangi işe katılsa kuşku uyandırıyordu. Sürekli evde oluşunu, akıllıca geri çekilip odasında kitap okuyarak veya bir işle meşgul olarak gözden uzak tutmayı başaracak beceriye de sahip değildi, içinde varlığını hep hissettiği korku Irene'de bütün güçlü duygular gibi gerginlik yaratıyor, kendini bir odadan diğerine atmasına yol açıyordu. Her telefon çalışında, her kapı sesinde irkiliyor, kendini bir insan görme beklentisiyle ve özgürlük özlemiyle perdelerin arasından sokağı gözetlerken yakalıyordu, fakat içi sürekli, yoldan geçenler arasından onu rüyalarına kadar izleyecek birinin aniden başını kaldırıp yukarı bakacağı korkusuyla doluydu. Dingin varlığının birdenbire çözülüp dağıldığını hissediyor, bu bezginlikle bütün hayatının mahvolduğu duygusuna kapılıyordu. Oda hapsinde geçirdiği bu üç gün Irene'ye sekiz yıllık evliliğinden daha uzun geldi.

Fakat üçüncü akşam, kocasıyla birlikte gidecekleri, haftalar öncesinden kabul ettikleri bir davet vardı, şimdi bunu geçerli bir neden göstermeden aniden iptal etmesi olanaksızdı. Ayrıca bir süredir yaşamının etrafını çeviren bu görünmez dehşet parmaklıklarının da, eğer yok olup gitmek istemiyorsa artık kırılması gerekiyordu. İnsanlara ihtiyacı vardı, birkaç saat olsun kendinden ve korkunun o öldürücü yalnızlığından uzaklaşıp dinlenmeye ihtiyacı vardı. Hem başka nerede yabancı bir evde, arkadaşlarının arasında olacağı kadar güvende olabilirdi, yollarını bekleyen o sinsi takipten başka nerede daha iyi korunabilirdi. Dışarı çıktığında bir saniye kadar ürperdi, o karşılaşmadan sonra kadının bir yerlerde pusuya yatmış olabileceği sokaklara ilk kez adım atıyordu. Elinde olmadan kocasının koluna sarılıp gözlerini yumdu, kaldırımdan arabaya kadar olan birkaç adımlık yolu hızla yürüdü, sonra araba gecenin ıssız sokaklarında hızla yol alırken kocasının yanında kendini güvende hissederek gevşedi, içindeki ağırlık kalktı, gittikleri evin merdivenlerinden çıkarken kendisini güvende hissediyordu. Şimdi birkaç saatliğine seneler önce nasılsa öyle olabilecekti; hapishane duvarlarının arasından tekrar güneşe çıkan biri gibi daha bilinçli bir sevinçle kaygısız ve neşeli olacaktı. Burada bütün takiplerden korunacağı siperlerin arkasındaydı, nefret içeriye giremezdi; onu seven, sayan, ona hayranlık duyan insanların arasındaydı; kaygısızlığın tozpembe ışığını yansıtan, şık giyimli, iyi niyetli insanların ve nihayet onu da kucaklayan bir haz duygusunun içindeydi. İçeriye girer girmez kendine yönelen bakışlardan güzelliğini hissetmişti, bildiği ve uzun zamandır özlemini çektiği bu duyguyla daha da güzelleşmişti. Hep aynı düşüncenin bir burgaç gibi beynine saplandığını, içinin yaralı olduğunu, acıdığını hissettiği bütün o günlerdeki suskunluktan sonra bu Irene'ye nasıl da iyi geliyordu, tekrar teninin içine işleyip kanını tutuşturan okşayıcı sözcükler duymak nasıl da rahatlatıcıydı. Durup kendini dinledi, göğsünde bir huzursuzluk, dışarı çıkmak isteyen bir şeyler hissediyordu. Birden ne olduğunu anladı, özgürleşmek isteyen, bastırılmış kahkahalar vardı içinde. Şampanya şişesinin mantarının patlaması gibi, çınlayan kahkahaları küçük koloraturlarla yükseldi, durup durup güldü, bazen bu dizginsiz coşkusundan utansa da az sonra kendini tutamayıp tekrar gülüyordu. Gevşeyen sinirleri rahatlamış, tüm duyuları güçlenmişti, sağlıklı ve zindeydi, günlerden beri ilk kez gerçek bir iştahla yedi, susuzluktan ölüyormuşçasına içti.

Kuruyup kalmış insan susuzluğu çeken ruhu her şeyden canlılık ve haz süzüyordu. Yan tarafta çalınan müzik yanan teninin derinliklerine işliyor, Irene'yi çağırıyordu. Dans başladı, farkına bile varmadan kendini dans edenlerin arasında buldu. Hayatında hiç böyle dans etmemişti. O coşkulu dönüşler içindeki tüm ağırlığı çıkartıp savuruyordu, ritim bedeninde yayılarak hararetli devinimlerle soluk alıyordu. Müzik durduğunda Irene sessizlikten azap duyuyordu. Ürperen bedeninde huzursuzluk yılanının dili dolaşıyor ve o kendini tekrar dans edenlerin arasına atıyordu, dans serinleten, rahatlatan, insanı taşıyan bir su gibiydi. Hiçbir zaman usta bir dansçı olmamıştı; hareketleri fazla ölçülü, fazla tedbirli, sert ve dikkatliydi, fakat özgür kalan sevincin sarhoşluğu bütün bedensel tutukluklarını çözmüştü. Önceleri en yabanıl tutkularını bile bir kalıba sokmuş olan o çelik çember, o utanç ve önlemlilik çemberi, şimdi ortasından kırılıvermişti; Irene huzurla gevşediğini, engellerden ve koşullardan bağımsızlaştığını hissediyordu. Çevresindeki elleri, kolları hissediyor, dokunuşları ve uzaklaşmaları, sözcüklerin soluğunu, kahkahaların gıdıklayıcılığını, müziğin kanında titreştiğini duyuyordu; tüm bedeni gerilmişti, öylesine gerilmişti ki giysileri tenini yakıyordu, bu sarhoşluğu daha derinlerde çıplak olarak hissedebilmek için üzerindeki her şeyi sıyırıp atmak istiyordu.

"Irene, neyin var senin?" – gözlerinde gülücüklerle, kavalyesinin sarılışının sıcaklığıyla, sallanarak döndü. Kocasının hayretle donmuş bakışları, sert ve soğuk kalbine saplanıverdi. Irene korktu. Çok mu taşkın davranmıştı? Çılgınlığıyla bir şeyleri ele mi vermişti?

"Ne... ne demek istiyorsun Fritz?" diye kekeledi. Kocasının bakışlarındaki, giderek derinlere işleyen ve şimdi ta yüreğinde hissettiği sert darbeyle afallamıştı. O gözlerdeki delici kararlılık karşısında çığlık atmak istedi.

Daha sonra kocası, "Tuhaf şey!" diye mırıldandı. Sesinde boğuk bir şaşkınlık vardı. Irene, ne demek istediğini sormaya cesaret edemedi. Fakat kocası başka bir şey söylemeden arkasını döndü, onun geniş ve sert omuzlarını, çelik gibi katı ensesini gördüğünde tüm bedeni ürperdi. Delicesine aklından geçen, bir katil sırtı gibi düşüncesini hemen uzaklaştırdı. Kendi kocasını ilk kez görüyormuşçasına ne kadar güçlü, ne kadar tehlikeli olabileceğini ancak o zaman hissetti.

Müzik yeniden başladı. Beylerden biri yanına geldi, Irene otomat gibi koluna girdi. Fakat şimdi her şey ağırlaşmıştı, neşeli melodi katılaşıp kalmış bedenini artık hareket ettiremiyordu. Yüreğinden ayaklarına kadar bunaltıcı bir ağırlık yayılmıştı, her adım acı veriyordu. Kavalyesinden izin isteyip dansı bırakmak zorunda kaldı. Yerine dönerken ister istemez kocası yakınlarda mı diye baktı. Birden korkuyla irkildi. Kocası sanki onu bekliyormuş gibi hemen arkasında duruyordu ve bir kez daha dimdik gözlerinin içine baktı. Ne istiyordu? Bildiği bir şeyler mi vardı? Çıplak göğsünü ondan saklamak ister gibi elinde olmadan yakasını düzeltti. Kocasının suskunluğu da bakışları gibi inatla devam ediyordu.

"Gidelim mi?" diye sordu Irene korkuyla. "Evet." Kocasının sesi sert ve kaba çıkmıştı. Önden yürüdü. Irene onun geniş, ürkütücü ensesini tekrar gördü. Kürkünü omuzlarına koymuş olmalarına rağmen üşüyordu. Yolda hiç konuşmadan yan yana oturdular. Irene'nin tek sözcük etmeye cesareti yoktu. Belli belirsiz yeni bir tehlikenin yaklaştığını hissediyordu. Şimdi iki yandan da sarılmıştı.

KorkuWhere stories live. Discover now