24    Atropos: Yunan mitolojisinde görevi insan hayatını sona erdirmek olan tanrıça (ç.n.)

Meseleyi bundan daha açık kimse ortaya koyamazdı. 'Zavallı şair ne günümüzde ne de son iki yüz yıldır en ufak bir fırsat bulamamıştır... İngiltere'de yoksul bir çocuğun, büyük yapıtların doğduğu o entelektüel özgürlüğe kavuşma umudu, Atinalı bir kölenin oğlununkinden biraz fazladır.' İşte bu. Entelektüel özgürlük maddi şeylere bağlıdır. Şiir de entelektüel özgürlüğe bağlıdır. Kadınlarsa hep yoksul olmuşlardır, sadece iki yüz yıldır değil, dünya kurulalı beri. Kadınlar Atinalı kölelerin çocukları kadar bile entelektüel özgürlüğe sahip olmadılar. O zaman kadınların şiir yazmak için en ufak bir şansları yoktu. İşte bu yüzden paranın ve kendine ait bir odanın önemini vurguladım. Bununla birlikte, hem geçmişteki o meçhul kadınların, ki keşke haklarında daha çok şey bilseydik, çabaları sayesinde, hem de, tuhaftır ki, iki savaş sayesinde, yani Florence Nightingale'i oturma odasından çıkartan Kırım Savaşı ve ondan altmış yıl kadar sonra ortalama kadına kapıları açan Avrupa Savaşı sayesinde bu belalar giderilme yolunda. Yoksa bu gece burada olamazdınız, yılda beş yüz pound kazanma fırsatınız, bu konuda hâlâ kuşkuluyum, neredeyse hiç olmazdı.

                Kadınların yazdıkları bu kitaplara neden bu kadar önem veriyorsunuz diye itiraz edebilirsiniz bana, söylediğinize göre çok çaba gerektiriyormuş, hatta insanın teyzesini öldürmesine kadar varabiliyormuş iş, öğle yemeğine kesinlikle geç kalınmasına neden olabiliyor ve çok iyi insanlar olan bazı öğretim üyeleriyle ciddi tartışmalara sokabiliyormuş. İtiraf edeyim ki benim nedenlerimin bir kısmı bencilce. Eğitim görmemiş çoğu İngiliz kadını gibi ben de okumaktan hoşlanırım – koca koca kitaplar okurum. Son zamanlarda bu okuma biçimim biraz monotonlaştı; tarih, daha çok savaşları anlatıyor; biyografiler daha çok büyük adamlar hakkında; şiirin de kısırlaşmaya eğilimi olduğunu düşünüyorum, kurmacaya gelince – çağdaş kurmaca yazını eleştirmekte pek becerikli olmadığımı yeterince gösterdim size, artık bu konuda bir şey söylemeyeceğim. Sizden her türlü kitabı yazmanızı istiyorum, ne kadar önemsiz ya da ne kadar geniş görünürse görünsün hiçbir konudan ürkmeyin. Ne yapıp edip seyahatlere çıkacak, tembellik edecek, gelecek hakkında ya da dünyanın geçmiş zamanları hakkında düşünecek, kitaplarla ilgili hayallere dalıp sokak köşelerinde oyalanacak, düşüncelerinizin suların derinliklerine dalmasına imkân verecek parayı elde edeceğinizi umuyorum. Size kesinlikle kurmacayla sınırlı kalın demiyorum. Beni hoşnut etmek isterseniz –ve benim gibi binlerce kişi var– gezi ve serüven kitapları, araştırma ve ilim kitapları, tarih ve biyografi, eleştiri ve felsefe ve bilim kitapları yazarsınız. Böyle yaparsanız kurmaca sanatı bundan yararlı çıkacaktır. Çünkü kitaplar birbirlerini etkilerler. Şiirle ve felsefeyle iç içe olan kurmaca yapıtlar kazançlı çıkarlar. Ayrıca, geçmişteki ünlü kişilerden hangisini olursa olsun ele aldığınızda, örneğin Sappho'yu, Lady Murasaki'yi, Emily Brontë'yi, onun hem bir mirası devralan hem de bir şey başlatan bir kişi olduğunu görürsünüz, kadınlar doğal yazma alışkanlığını edindikleri için bu kişiler ortaya çıkmışlardır; dolayısıyla yaptığınız iş şiire başlangıç bile sayılsa, böyle bir faaliyete girişmenizin değeri büyüktür.

                Notlarıma tekrar göz gezdirip onları yazarken kafamda olan düşüncelerimi eleştirirken, nedenlerimin tamamen bencilce olmadığını da gördüm. Bu yorumların ve ifadelerin içinde, iyi kitapların istendiği ve iyi yazarların da, insana özgü her türlü ahlak bozukluğunu gösterseler de, yine de iyi insanlar olduklarına olan güvenim –yoksa içgüdüm mü– yatıyor. Bu yüzden, sizden daha çok kitap yazmanızı isterken kendiniz için ve bütün dünya için iyi olacak bir şey yapmaya zorlamış oluyorum sizi. Bu dürtümü ya da inancımı nasıl haklı çıkaracağımı bilmiyorum, çünkü üniversite eğitimi almadıysanız felsefi sözler size oyun oynayabilir. 'Gerçek' ne demektir? Çok yanıltıcı, çok güvenilmez bir şey gibi görünebilir – kâh tozlu bir yolda bulunur, kâh sokaktaki bir gazete kâğıdında, kâh güneşteki bir nergiste. Bir odadaki bir grubu ışıtır ve sıradan bir sözü damgalar. Yıldızların altında evine yürüyen birini bunaltır, sessiz dünyayı konuşmalar dünyasından daha gerçek kılar – ve sonra yine, Piccadily'nin gürültüsünde, bir otobüste çıkar karşımıza. Bazen de, nasıl bir yapıda olduklarını anlayamayacağımız kadar uzakta olan biçimlerin içinde bulunur. Ama neye dokunsa onu düzeltir ve sürekli kılar. Günün kabuğu çalıların içine atıldıktan sonra geride kalan odur; geçmiş zamandan ve aşklarımızdan ve nefretlerimizden geriye kalan odur. Bu hakikatin karşısında, yazarın diğer insanlardan daha çok yaşama fırsatı olduğunu düşünüyorum. Onu bulmak ve toplamak ve hepimize iletmek onun görevidir. En azından ben, Lear'i, Emma'yı, ya da Kayıp Zamanın İzinde'yi okumuş olmaktan bunları çıkarsıyorum. Çünkü bu kitapları okumak sanki duyuların üzerine bir cila çekiyor; insanın bakışı sonradan çok daha yoğunlaşıyor; sanki dünya örtüsünden sıyrılıyor, hayatı yoğunlaşıyor. Şunlar, gerçekdışıyla düşmanlık içinde yaşayan, imrenilecek insanlardır; şunlar da bilmeden ya da umursamadan yaptıkları şeyin yumruğunu başlarına yemiş zavallılar. Sizden para kazanmanızı ve kendinize ait bir odanızın olmasını isterken aynı zamanda hakikatle birlikte yaşamanızı istiyorum, söyleseniz de söylemeseniz de, görünüşe göre bu hayat insana zindelik verir.

Kendine Ait Bir OdaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin