25.Bölüm: İKİNCİ ADAM

Start from the beginning
                                    

Karmen, incinmişti. Bunu kızıl gözlerinden okuyabiliyordum. Yutkundu, dudaklarını araladı konuşmak için. 'Kal' demesini bekledim. Deseydi, gitmezdim ya da onu kendimle birlikte götürmeye çalışırdım ama demedi. Sustu.

Arkamı döndüm, çıktım kanla kaplı odadan. Kendi odama gittim, eşyalarımı topladım. Buraya gelirken getirdiğim tüm eşyalarım geri topladım. Odada benden geriye hiçbir şey kalmayana kadar aldım.

Aşağı indim. Kaleye son bir kez bile bakmadan bindim arabama. Çalıştırdım arabayı, direksiyonu tutan ellerim titriyordu. Kabullenmek istemiyordum. Onu seçtiğine inanmak istemiyordum. Gücüm kalmamıştı artık, her seferinde ona gitmesini artık yüreğim kaldırmıyordu.

Ben bugüne kadar kimse için bu kadar çabalamamıştım ve sonuç hüsrandı. Sonuç yıkıyordu, yutuyordu, boğuyordu ama yakmıyordu. Ben yanmak istemiştim hâlbuki onun kızıllarında, şimdi ise donuyordum.

Şehre doğru sürdüğüm arabayı birden, ters yöne döndürdüm. Kaleye gitmiyordum, o köye gidiyordum. Toz ve toprak yolda gidebileceğim kadar hızlı gidiyordum. Belki o yaşlı adamdan daha fazla şey öğrenebilirdim. Belki onu öldürmenin bir yolunu bulurdum. Peki onu öldürürsem Karmen beni affeder miydi?

Affetmemesi, bir yaratığa yemek olmaktan daha iyiydi şüphesiz.


Yarım saat kadar sonra köye gelmiştim yine. Bu köy, hala çok tuhaftı. İndim arabamdan, taşlı toprak yolda yürüdüm. Yine geçen geldiğim gibiydi, ölüm sessizliği çökmüştü ve çok pis bir koku vardı etrafta, tıpkı leş gibi. Akşam karanlığında daha da ölü ve ürkütücü bir yerdi.

Amacım geçenki yaşlı adamı bulmaktı. O adam bir şeyler biliyordu hatta çok şey biliyordu.

Ee Ezel, hani gidiyordun? Hani bırakmıştın artık? Ne işin var burada?

Durdum, işte sallanan sandalyesi oradaydı. Adımlarımı hızlandırdım, sandalyenin önünde durduğumda kimsenin olmadığını fark ettim. Sandalyeyi rüzgâr savuruyordu. Birden evin kapısı açıldı. Bu geçenki orta yaşlı, göbekli ve kel adamdı. Bıyıkları uzundu ve adamın çok itici bir görüntüsü vardı.

"Hayırdır? Yine mi kayboldunuz?"

"Hayır, geçiyordum. Geçenki amcaya bakmak istedim. Onu rahatsız etmiştim son gelişimde. İçeride mi acaba?" Adamın yüz hatları değişti. Pis yüzü daha da iğrenç bir hâl aldı.

"Öldü," dedi soğukkanlı bir şekilde.

"Öldü mü?" Ben onu ziyaret ettikten sonra bunun olması bir tesadüf müydü? Hiç sanmıyordum.

"Evet, yaşlı adamdı. Sizde gelmeyin buralara bir daha, sevmeyiz yabancıları." Bu adamda bir şeyler vardı.

Adamın sert tavrı karşısında daha fazla bir şey söylemedim ve arkamı döndüm. Arkamdan kapının kapanma sesini duyana kadar yürüdüm. Gözlerimi etrafta dikkatle gezdirdim yine. Kötü koku her geçen saniye daha da rahatsız edici bir hâl alıyordu.

Nefesimi sıkıntıyla verdim. Gözlerimi etrafta gezdirdim. Köy evlerinin hepsi ıssız görünüyordu. Birinde bile ışık yanmıyordu. Karanlık geceyi aydınlatan tek şey ay ve yıldızlardı. Burada daha fazla bir şey bulamayacak gibiydim, en azından şimdilik. Arabama yürümeye başladım.

Birden bir el bileğimi tuttu. İrkilerek karşımdakine zarar verecektim ki bunun bir çocuk olduğunu fark ettim. Küçük bir erkek çocuğuydu. Çok zayıftı, yüzünde morluklar vardı ve inanılmaz çelimsizdi. Dudağı patlaktı, yanağında büyük bir morluk vardı, gözleri fersizdi. Kıyafetleri yırtık pırtıktı.

KALINTIWhere stories live. Discover now