Sarı Uçurtma'nın Peşinden

27 0 0
                                    

Sap sarıydı koca tarla. Güneş vurunca altın gibi parlıyordu. Göz kamaştırıyordu. Rüzgâr vurunca sarı bir deniz gibiydi. Dalga dalga dalgalanıyordu. Uzun uzadıya baktıkça, insanın içine atlayıp çimesi geliyordu.Serap gibiydi. Çok bakınca göz kamaştırıyordu.

Gözleri kamaşa kamaşa yürüyordu Cevdet. Sabah gün ışımadan düşmüştü yola. Ayakları yalpa vura vura yürüyordu. Yorulmuştu artık. Yanakları kıpkızıldı.O küçücük ayaklarının tabanı su toplamıştı. Güneşe karşı kısmaktan gözleri ufalmıştı. Güneş tam tepedeydi, Ağustos güneşiydi pek de yakıyordu. Hem ayakları yanıyor hem de koca kafası. Gömleğin dışında kalan neresi varsa kıpkırmızıydı.Başına sızı çökmüş, suyu da kalmamıştı. Toprakkale'yi geçeli bir pınara bile rast gelmemişti.

Osmaniye'ye bir varsa dünya Cevdet'in olacaktı. O sarı uçurtma sadece Osmaniye'de vardı. Lalegölü'nde hiç yoktu, Toprakkale'de vardı ama o sarı kanatlı uçurtmadan yoktu. Arabacı Rüstem Osmaniye'den getirmişti oğlu Ramazan'a. Kaç kere istediyse de Ramazan hiç vermemişti uçurtmayı. Belki bir kere uçursaydı, böyle olmazdı. Ramazan uçurtmasını vermedi diye atmıştı o topalak taşı. Olacak buya, kör kurşun gibi fırlattığı taş Ramazan'ın kaşını yarmıştı. Kan revan olmuştu çocukcağızın suratı. Birde çıtasına basıp basıp kırmıştı uçurtmayı. Artık uçacakhali kalmamıştı. Arabacı Rüstem Cevdet'i bir yakalasa canına okuyacaktı. O yüzden yürüyerek gidiyordu Osmaniye'ye. Bu adımlarla ancak 5 saatte varırdı. Bir de ağacın altında çok dinlenmişti. Ayak tabanı da su toplamıştı. Böyle giderse akşama ancak varırdı. Eve dönünce anasından bir güzel sopa yiyecekti.Ama ertesi gün parlak kuyruklu, sarı kanatlı uçurtmayı Ramazan gibi o da uçuracaktı. Ramazan'ın uçurtmasını kırdığından köydeki tek uçurtma onun olacaktı. Uçurtmacı mavi falan verirse almayacaktı. Ramazan'ın ki gibi sapsarı olacaktı. Şu tarla gibi göz kamaştıracaktı.

Tarlanın sonunda bir haydak gördü.Uzaktan gördüğü kadarıyla haydağın altında bir kadın oturuyordu. Orada birileri varsa su da var demekti. Biraz önce serap gibi geliyordu. Hem hevesini alacaktı hem de tarlanın ortasından koşa koşa kadının yanına gidecekti. Rüzgâr arada bir vuruyordu. Rüzgâr bile değil, yeldi. Sarı bir denize girmiş gibi eğleniyordu. Ayağındaki acıyı bile unutmuştu. Kuru buğday başakları sıcaktan kızarmış bacaklarını çiziyordu. Ama deli bir tay gibi koşuyordu. Bazen ayak tabanı çok acıyınca "Oy aney oy" deyip yavaşlıyordu. Aklına su gelince ayağındaki acıyı yine unutuyordu.

Sarı UçurtmaWhere stories live. Discover now