"Ama gitmek zorundasın." Sırtıma destek verircesine vurarak geri çekildi.

"Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun? Eğer şimdi gidersem buradan o kadar çabuk gideceğim, o kadar çabuk ayrılacağız." İçini geçirip gözlerini yuvarladı.

"Eğer gitmezsen de son şansını kullandığın için her türlü ortadan kaybolacaksın, hem de ölerek." Soğukkanlı sözleri içimi ürpertti. "En azından görevlerini yerine getirerek gidersen bir yerlerde yaşıyor olacağını bilerek gönderirim seni." Bakış açısı, bu kadar derinden bakıyor oluşu içimi titretti. Endişelerimin yerini tatlı bir his aldı.

"Peki, bu beni biraz rahatlattı işte." Elimi tshirtünün içinden sokarak sıcak tenine dokundum. Bu dokunuşun bütün soru işaretlerime cevap olmasını umdum. "Ama yine de endişe etmiyor değilim."

"Ne konuda?" Meraklı bakışları içimi titretti, ben bu adamı nasıl bırakıp gidecektim?

"Hala bana beni sevdiğini söylemedin. Bu konuda oldukça endişeleniyorum işte." Kaşlarını çatarak kollarımdan uzaklaştı. Bir anda buz gibi hissettim.

"Şu an endişelenmen gereken başka şeyler var. Bir an önce çıkmamız gibi." Çıkmamız? Peşinden gittim hızla.

"Sen gelmiyorsun. Bu sefer gerçekten gelmiyorsun."

"Geliyorum. Özellikle bugün mutlaka geliyorum ve sen de itiraz etmiyorsun." Bugünün özelliğinin ne olduğunu bilmiyordum, niye bunu bastırarak vurgulamıştı hiçbir düşüncem yoktu. Onunla tartışarak kazandığım hiçbir konu yoktu. O yüzden sessizce kabul ettim. Hazırlıklarımızı yapıp dışarı çıktık.

Hava bunaltıcı, ruh halim de bir o kadar kötü olmasına rağmen Baekhyun kapalı havada bile parlamayı başardığı için bana ışık tuttu. Karamsarlığım bir anda saçma bir heyecana dönüştü ve yürürken birbirine çarpan ellerimiz içimi titretti. Bilerek ve kasıtlı olarak izin veriyordum bunun olmasına. Elini alıp tutmak yerine tesadüfen bu şekilde temas etmeleri nedense tatlı geliyordu oldukça. Nitekim ikimizin de yüzünde tebessüm vardı.

Sunhee'nin güvenliği için onun evinden yeterince uzaklaştığımızda taksi bulup arkaya yerleştik. Yaşlı İngiliz adama gideceğimiz yeri söyledim. Yüzümüze bile pek bakmadı. Kim olduğumuzla ilgilenmedi. Sessiz taksiciler nadir denk gelen şeylerden biriydi. Baekhyun bana bakıp hafifçe gülümsedikten sonra etrafımızda kayıp giden binaları izlemek üzere başını diğer tarafa çevirdi.

Bana ilgisini kaybettiğim anda tekrardan paniklemeye başladım. Yeniden ölümcül bir korku sardı her yanımı. Buraya geldiğimden beri hiç bu kadar korkmamıştım. Hayır, hayatımın hiçbir anında bu kadar korkmamıştım. Beni neyin bu kadar çok tetiklediğini bilmiyordum ama derin soluklarım Baekhyun'a kadar ulaşmış olmalıydı ki yeniden bana döndü ve dizimi sıktı.

"İyi misin?"

"İyi olmalıyım." İyi olmalıydım her şey yolundaydı. Gidecek olmam dışında. "Niye böyle olduğumu bilmiyorum."

"İyi olmamalısın. Senin yerinde olsam ben de iyi olmazdım." Dışarıdan duyan biri Baekhyun'un beni rahatlatmak için böyle konuştuğunu sanabilirdi ama değildi. Onu tanıyordum. Ciddiydi, tehditkardı. İyi olmamam gerektiğini bilerek ve isteyerek vurgulamıştı. Bu zamana kadar beni gözü kapalı destekleyen bu adamdan bir anda böyle bir şey duymak, beni küçümsediğini hissetmek midemi alt üst etti.

Ya da saçmalıyordum. Öyle hassas bir haldeydim ki yaptığı her şeyden olumsuz ve kötü bir anlam çıkartıyordum. Özetle bana bir şey olmuştu. Tek umudum buydu. Ona bir şeyler olmuş olması ihtimali çok daha korkunçtu çünkü.

RescuerWhere stories live. Discover now