Bölüm 25: Demiryolu Çocukları

Comincia dall'inizio
                                    

"Ne olacak...demiştin?" Jungkook sordu, tek gözünü kısık tutarak.

"Gelip bunu görmeniz gerek demiştim." Namjoon vagonun dışa bakan kapısını yapabildiği kadar yana kaydırdı, açıklık birkaç metre genişliğinde olunca önündeki yere oturdu ve diğerlerine yanına oturmalarını işaret etti. Bir an sonra herkesin yanına eğilip otururken çıkardığı hışırtı seslerini duydu. "Şuna bir bakın."

"...Bizi siktiğimin gün doğumu için mi uyandırdın?" Yoongi inanamaz bir ses tonuyla sordu, henüz yakmadığı sigarası dudağından sarkıyordu çünkü hareketinin ortasında durmuştu.

"Herhangi bir gün doğumu değil," diye açıkladı Namjoon. "Bu, tren garındaki geceden sonra birlikte gördüğümüz ilk gün doğumu."

Önlerindeki manzara büyük ihtimalle Namjoon'un ömrü boyunca gördüğü en güzel şeydi. Hatta ileri gidip bunu nefes kesici olarak bile tanımlayabilirdi. Bir ara üstünde bulundukları raylar bir köprünün üzerinden geçmeye başlamıştı ve şu anda da bir tür nehre paralel bir şekilde ilerliyorlardı. Güneş daha gökyüzünde yükselmeye başlamamıştı ve yine de çoktan etrafında bir renk karmaşası vardı. Ufuk çizgisinin en uç kısmında capcanlı bir turuncu, puslu bir pembeye dönüşüyordu. Bulutların deseni o kadar mükemmeldi ki gül yaprakları gibiydiler ve lila rengine geçiş kısmı yumuşacıktı, nüanslar neredeyse belli olmuyordu. Ama en güzel kısmı burası değildi bile, bu sadece manzaranın yarısıydı. Asıl görülmeye değer kılan kısım altlarında uzanan nehirdi, gökyüzünü bir ayna kadar mükemmel derecede yansıtıyordu. Küçük turuncu ışıltı nehre yansıyınca neredeyse minyatür bir güneş gibi olmuştu; renklerin birleşimiyle gerçeği gibi parlıyordu. Su yüzeyi çoğunlukla dalgasız ve düzdü ama uzakta yelkenliye benzer birkaç siyah gölge gözüküyordu. Namjoon o gemilerden birinde olsa şu an nasıl hissederdi merak etti, gökyüzü gibi bir nehrin üzerinde süzülürken; hayal gibi ve kusursuz. Bu sefer görünürlerde Venüs yoktu, o yüzden ilk bakışta gün doğumu önemsiz gibi düşünülebilirdi, ama baktıkça manzaranın güzelliği daha da ortaya çıkıyordu ve arkadaşlarının da bunu göreceğine emindi...eninde sonunda.

"Sikik telefonumdan Naver'a girip tek tıkla böyle fotoğraflar bulabilirdim Joonie." Yoongi şikayetlendi, sigarasının ucunu nihayet tutuşturabildiğinde. Namjoon ona artık bir telefonu olmadığını söyledi ve genç adam bunu biraz düşünüp içine dumanını çekti. "...İyi, bu raundu sen kazandın."

"Biliyor musunuz, eğer kameramız olsaydı harika kareler yakalayabilirdik." dedi Jungkook bir an düşündükten sonra. "Böyle bir manzarayla...ödül bile kazanılır, değil mi?"

"Kesinlikle!" Namjoon oğlanın omuzuna kolunu atarak onayladı. "Gördünüz mü, Kookie akıllı. Neyden bahsettiğimi anladı." Jungkook normalde olsa omuz silker ya da çocukça suratını büzerdi ama şu anda önündeki manzarayı izlemekle meşguldü. Artık etrafına uykulu göz kapaklarını kısarak değil, tam açarak ve dikkatle bakıyordu. "Ciddiyim millet, o gece Tae bize Venüs'ü gösterdiğinde hepimiz hayran kaldık. Hepiniz tepkisiz kalmaya çalıştınız biliyorum ama artık havalı görünmeye çalışmamıza gerek yok."

"Evet, artık hepinizin nasıl gerizekalı olduğunu daha iyi biliyorum." dedi Taehyung kutu gibi sırıtışıyla.

"Sadece kabul edin, 'Kim Namjoon haklıymışsın, bu gerçekten mükemmel. Beni uyandırdığın için teşekkür ederim çünkü bunu gerçekten görmek isterdim' diyin."

"Kim Namjoon haklıymışsın, bu gerçekten mükemmel. Beni uyandırdığın için teşekkür ederim çünkü bunu gerçekten görmek isterdim." Seokjin onu monoton bir sesle tekrar ettiğinde diğerleri gülüştü ve Yoongi de sırtını patpatladı. "Oldu mu?"

"Biraz daha şevkli olabilirdi..."

"Tamam, ben yapacağım." dedi Jimin bacaklarını bağdaş kurarak, gözlerini ufuk çizgisinden ayırmıyordu. "Güzel bir şeyler söyleyeceğim, sadece biraz düşünmem lazım."

Brotherhood | [Türkçe Çeviri]Dove le storie prendono vita. Scoprilo ora