ALTI

12.9K 1.2K 591
                                    


Baş ağrısı ve huzursuzluk yüzünden gece hiç iyi uyuyamamıştı. Çekmecesinde her zaman bulundurduğu ağrı kesici veya sakinleştiricileri almak yerine tüylü dostuyla birlikte gece boyunca giysi dolabıyla odasındaki kitaplık arasında mekik dokumuştu. Aklını kurcalayan kişinin Shawn yerine Max olması ilginçti.

Adamla karşılaştıkları gün ile dün gece arasındaki fark gece ile gündüz kadardı. Terli, yırtık ve eski kıyafetleri gitmiş, üzerine geceye uygun olmasa da şık bir şeyler giymeyi becermişti. Üstelik dağınık saçları düzgün bir şekle girmiş ve tıraş olarak mağara adamı imajından tamamıyla kurtulmuştu. Adamın kullandığı tıraş losyonun kokusu Olivia'nın burnunun direğini sızlatmıştı, ama en azından kötü kokmasından iyidir diye düşündü. Demek temiz ve bakımlı görünmek sanıldığı kadar zor değilmiş. Peki, adamı düşündükçe hâlâ o kokuyu duyuyor olması neyin nesiydi?

Diğer yandan asıl katlanamadığı şey adamın davranışlarıydı. Oynadığı tiyatroyla insanları asil bir beyefendi olduğuna inandırmış olsa da, Olivia gerçeği biliyordu. Adam küstah, vurdumduymaz ve yalancıydı. Shawn'ın davetiyesini izinsiz kullanarak davete, bir başkasının yerine de müzayedeye katılarak nasıl bir düzenbaz olduğunu ispatlamıştı. Adamın hakkını yiyemezdi gerçi. Akıllı olduğunu kabul etmeliydi. Zekâ fışkıran gözleri ve her lafa bulduğu hazır cevaplar, Olivia'ya onun zekâsından kuşku duymaması gerektiğini öğretmişti.

Yine de sabah olmak üzereyken ve düzenlemediği tek bir raf ve çekmece kalmamasına rağmen henüz siniri geçmemişti.

Aklında tek bir soru vardı şimdi. Adama neden hayır diyememişti?

Sebebi Shawn ile ilgili bir şeyler bildiğini düşünmesi miydi?

Bu çok saçma. Onun hakkında kendisinin bile bilemediği ne öğrenmiş olabilirdi ki?

Max'e hayır diyememesinin altında yatan sebebin bu olduğuna kendini ikna etmeye çalışıyordu. Merak. Sırf onun neler yumurtlayacağını duymak için bekleyecekti. Bu yüzden güneş doğmadan önce kalkmış ve Tatlı'mla birlikte arazide uzun bir yürüyüşe çıkmıştı.

Greenwich'de yaşamayı seviyordu. Burası Londra'nın güneyinde, Kuzey Denizi'ne dökülen Thames Nehri'nin kıyısında, şehrin o kalabalık ve boğucu havasından uzakta bol yeşillikli ve sakin bir yerdi.

Malikânenin konumu; eski Kraliyet Donanması Kolejine (şimdiki Greenwich Üniversitesine), Greenwich parkına ve müzeye yakındı. Rasathanenin güneyinde altı hektarlık arazinin en tepesinde ve tam ortasına inşa edilmiş Gotik tarzı beş katlı büyük tuğla evini, parkın ve üniversitenin bahçesinden rahatlıkla görmek mümkündü.

Babası Richard bu evi severdi. Dünyanın en tepesinde (sıfır noktasında) kendini her zaman güçlü ve yenilmez hissettiğini söylerdi. Olivia onu anlıyordu. Her gününü daha iyi olmak için harcadığı ve sıfırdan kurduğu serveti için nasıl çalışıp didindiğini, bunun için neleri feda ettiğini biliyordu. Richard çalışkan bir adamdı. İşini severdi. Ailesinin geleceği için kendi hayatından daha çok endişe ederdi. Ancak yaşamayı ve gezmeyi de seviyordu. Kazandığı parayı istediği gibi harcayamadıktan sonra onun peşinden koşmanın anlamının olmadığını savunurdu.

Bu yüzden Avrupa'daki tüm ülkeleri gezmiş, gerektiğinde oralarda yatırım yaparak güzel anılar ve mülkler biriktirmişti.

Ne yazık ki, böyle günlerden birinde annesiyle birlikte çıktığı seyahatten geri dönememişlerdi. Özel uçakları Atlantik Okyanusu'nun ortasında bir yerlerde arıza yapmış, üç mürettebatıyla birlikte özel jet denizin dibini boylamıştı. Hiçbirinin cesetleri su yüzüne çıkmamıştı. En üzücü kısmı da buydu. Ailesinin ziyaret edebileceği bir mezarları bile yoktu. Onlar için ancak kiliseye gittiği günler dua edebiliyordu.

DÜŞ PEŞİME (YENİDEN)Where stories live. Discover now