Çılgına dönmüştüm.
Tırnaklarımı kemirmeye başlarken Emir’in şu pislik rakibinden kurtulması için saniyeleri sayıyordum. Emir adamı sırtından atmak için öne eğildi ancak her şey daha kötüye gitti. Adam fazla yumruk yemişti, acı çekiyordu ve daha fazla dayak yemeye hiç niyeti yoktu. Bacağını yerden destek alarak kaldırdı, dizini aniden büktü ve Emir’in omuriliğine öyle sert bir tekme indirdi ki Emir acıyla iki büklüm oldu. Yere yığıldı. Yerci gururla sırıtıyor ve eserini izliyordu. Emir acıyla ensesini tutuyordu. 

“Kafesten çıkamayacak,” dedi yanımdaki adam. 

Kalbim duracak gibi oldu. Nefes alamadım. Kriz geçirmiyordum ama bu acı bütün astım krizlerimden daha kötüydü. Emir’e yardım etmek istiyordum. Acısını izlemek beni parçalıyordu. 
Kendimi kaybetmem birkaç saniye sürdü, kalabalığa öyle hızlı daldım ki mekân kavramım bir anda sarsıldı. Ter kokusunun, çığlıkların, kahkahaların içindeydim. İlerleyemiyor, aksine heybetli vücutların arasında savrulup duruyordum. İnsanların uzun boyları ve sürekli ezilip durmam yüzünden kafesi göremiyordum ancak bunu umursamadım, orada ne olduğu basbayağı ortadaydı.

Emir acı çekiyordu. 

Kalabalığı yarıyor, kendime küçük de olsa bir yer açıyordum. Bunu yaparken öyle çıldırmış gibiydim ki adamlardan biri arkasına bakıp, “Ne yapıyorsun ulan?” diye bağırdı. Ancak muhatabı ben değildim, arkasındaki herifti. Kısa boyum yüzünden beni fark edememiş, çevresindekilere küfür etmeye başlamıştı. Bu boşluktan faydalanıp bedenimi ileri attım. Kafese yaklaşmaya başlıyordum. 

“Çekil! Çekilsene!”

İnsanlara haykırıyor, sesimi duyurmaya çalışıyordum. Mümkün değildi, kalabalık beni bastırıyordu. Göz göze geldiğim kızlardan biri bana sırıttı. “Bu kadar kafayı yiyeni de ilk defa görüyorum. Geç bebeğim. Yol senin.”
Kızın gösterdiği boşluğa koştum. Bana deliymişim gibi bakıyorlardı. Bu biraz bile umurumda değildi. Umurumda olan tek şey kafesin içindeki adamdı. Onu buradan çıkaracak, doğruca Efsun Hanım’a teslim edecektim. Kendini öldürmek istiyorsa burada leş bir kafesin içinde değil, annesinin ellerinde ölebilirdi! 

“Lütfen izin verir misiniz?” dedim ağlamaklı bir sesle.
Neredeyse yalvarıyordum. “Lütfen, lütfen...”

Beni duymuyorlardı ancak çakırkeyif olan birkaç kişiyi itekleyip önlere sıyrılabildim.
Kafesin dibine kadar giremeyeceğimi nihayet fark ettiğimde olduğum yerde zıpladım. Bir saniyeliğine onu görebildim. Emir yerden kalkmaya çalışıyordu. 
Bacaklarım sızlıyor, ayaklarım herkes birbirinin ayağına bastığı için acıyordu. “Çekil! Çekilin!” diye haykırarak öne savrulduğumda birisi elinin tersiyle bana okkalı bir tokat attı. Şaşkına dönmüş hâlde başımı kaldırırken hiçbir şey göremedim, her kim yaptıysa bundan haberi yoktu ancak yüzüm acıyla yanıyordu.

“Aptallar!” diye bağırdım sinirle.

“Hepiniz aptalsınız! Çekil diyorum!”
Yanağımdaki sızıyı, titreyen bacaklarımı, geriye kalan bütün acı verici şeyleri boş verip kafese doğru ilerledim. En azından parmaklıkların ucunu görebiliyordum. Yediğim tokada değmişti. 

Titreyen dudağımı ısırdım ve kalan son gücümle parmak uçlarımda yükseldim. Birileri çığlıklar atarak ellerini savuruyor, şapkamı düşürüp duruyordu. Parmak uçlarımda yükselip ringe baktığımda Emir’in adamı dövmeye başladığını gördüm. Bu vahşetin sonu yoktu, oradan hemen çıkmalıydı. 

“Emir!” diye çığlık attım, tabii ki duymadı. 

“Emir! Emir!” Yanımdaki genç bana garip bir bakış attı, o sırada ona kimsenin adıyla seslenmediğini fark ettim. Bu defa tıpkı onlar gibi, “Avcı! Avcı, buraya bak!” diye haykırdım.
Nafile! Beni duyması, sesimi yüzlerce ses içinden ayırt etmesi imkânsızdı. 
Ağlamak üzereyken, “Moruk!” diye bağırdım. Olduğum yerde zıplıyor, beni gözünün ucuyla fark etsin diye debeleniyordum. “Moruk! Moruk Emir!” 

MAVİ GECE (Kitap Oldu)Where stories live. Discover now