Salondan çıktığımda Anıl, bir tarafı sarmaşıklarla süslenmiş, yıkılmış bir taş duvara yaslanmıştı. Kulağında telefonla bana doğru döndü. Çakmak çakmak kahverengi gözleri parladı ve dudakları kıvrıldı.

"Kapatmak zorundayım sevgilim geliyor," dedi ve telefonu kapattı. Ben ona doğru koşarken, o birkaç adımda arayı kapatıp beni kollarına aldı. Kollarını bedenime dolayıp beni sıkıca kendine bastırdığında kokusunu içime çektim. Geri çekilip ona kocaman gülümsedim. Bluzuna tutunarak uzanıp çenesine öpücük kondurdum.

"Şeytan'la anlaşman bittiyse seni geri alabilir miyim?" dedi.

"Sen onu nereden biliyorsun?"

"Faust okumuşluğum var. Şaşırdın mı?" diye sordu.

"Tabii ki şaşırdım. Başıma bela okumaktan vakit bulup Goethe okuduğun aklıma gelmemişti."

Kolunu omzuma attığında parmaklarımı onunkilere geçirdim ve yürümeye başladık.

"Bende daha ne numaralar var bir bilsen," deyip bana göz kırptı. Sonra bir anda durdu ve belimden tutup beni kendine çekti.

Yüzlerimiz neredeyse birbirine değecekti. Bir gören olur diye etrafa bakmaya çalıştım ancak soluğu bu kadar yakınken ve kalbim göğüs kafesime karşı isyan ediyorken bu pek mümkün değildi.

Uzun parmaklı büyük elleri belimi sarmıştı. Bir elini çeneme koyup başımı kaldırdı. Tam gözlerinin içine baktım. O sıcacık kahverengi gözleri öyle derindi ki... Baktıkça içine düştüğüm bir kuyu gibiydi. Biraz daha eğildi ve-

"Iyy sizi ayırmak için aranıza bir kova sıcak su dökmem gerekiyorsa bunu yaparım."

Koray'ın sesiyle birbirimizden hemen uzaklaştık. Yüzümü gördüğünde keyifli bir kahkaha patlattı.

"Kan beynine mi sıçradı Kumru? Bu ne kırmızılık," diye dalga geçti. Bıkkınlıkla üfledim.

"Yeter bu kadar eğlendiğin," diye kestirmeye çalıştım ama yemedi.

"Şimdi de eflatun oldun. Thanos görse duygulanırdı."

Anıl, Koray'a ters ters baktı. Elini tutup bana odaklanmasını sağladım.

"Sizinle daha fazla uğraşmak isterdim ama beslemem gereken bir su kaplumbağam var. Başka bi entrikada görüşmek üzere," diyerek yanımızdan ayrıldı.

El ele okuldan çıkıp arabaya bindik. Usulca kemerimi taktım ve dikkatimi tırnaklarıma verdim. Onları boyayabileceğim kadar uzamışlardı nihayet. Sessizlik dikkatimi dağıttığında Anıl'a baktım. Arabayı çalıştırmamıştı. Arkasına yaslanmış beni izliyordu.

"Neden gitmiyoruz?" diye sordum.

"Neyin var?"

"Benim bir şeyim y-"

"Kumru," dedi sadece.

Uzanıp elini tuttum. "Sadece birlikte olmanın tadını çıkaralım olur mu? Lütfen."

Bir süre yüzümü inceledi. Daha sonra arabayı çalıştırdı ve yola çıktık. Yol boyunca bir eli daima üzerimdeydi. Elimi tutuyor, saçlarımla oynuyor ve bazen gıdıklamaya çalışıyordu. Her kırmızı ışıkta saçlarıma öpücükler konduruyordu.

Arkama yaslanıp onu izledim. Uzun ve iri gövdesini, direksiyonu tutan ellerini ve parmak boğumlarının beyazlığını. Yüzünün hatlarını. Yumuşacık saçlarını.

Kısa süre önce dünyanın diğer ucunda olsa, buna memnun olacağım aklıma geldi. Şimdi ise okulu bitirip uzaklara gideceği için neredeyse yas tutacaktım.

Araba hız kesip, çakıl taşlarının ezilme sesini duyana kadar dalıp gittiğimin farkında bile değildim. Karşımda saraydan bozma çok şık bir restorant vardı. Arka tarafı ağaçlık olan biraz gotik bir yapıydı. Arabadan inerken binaya bakmaya devam ettim. Hayran kalmamak elde değildi.

"Neredeyiz?"

"Karnını doyurmalıyız, aç kalıp beni yemenden korkuyorum biraz," dediğinde ona ters ters baktım.

"Abartma, öyle bir şey yapmam. Yani yeterince aç değilsem."

"İçime su serptin," dedi gülümseyerek. Vale anahtarları aldığında Anıl, daha önce buraya defalarca geldini belli eden bir rahatlığa büründü.

Bizi çok şık bir hanımefendi karşıladı. O kadar güleryüzlü ve profesyonel davranıyordu ki kendimi mahçup hissettim. Az kalsın "Asıl siz hoşgeldiniz. Asıl siz oturun," falan diyecektim.

Mekanın arka tarafı tamamen orman manzarasıydı. Batan güneşin turunculuğu ağaçların yapraklarına vurmuştu. Anıl, bir elini belime koyup beni yönlendirdi. Kolunun altına girip fısıldadım.

"Ben böyle yerlerde yemek yemeye utanırım."

Gözleri alaycılıkla irileşti.

"Sen ne zamandan beri yemek ye-siktir!"

Sanki görünmez bir duvara çarpmış gibi bir anda durdu.

"Ne oldu?" diye sordum. Özellikle yüzündeki o bir daha hiç görmek istemediğim öfkeye dönüşen şaşkınlık ifadesini gördüğümde, gerçekten korkmaya başlamıştım.

Anıl'ın kısılan gözlerini takip ettim. Tam karşımızdaki masada, tanıdık yüzler vardı. Benim için ikisi de birbirinden beterdi.

Anıl'ın camı kırıp hastanelik olmasına neden olan olaydan beri ilk defa görüyordum babasını. Karşısında oturan kıza flörtöz bakışlar atarak elini tutuyordu. Kızın arkası dönük olduğundan sadece uzun, siyah saçlarını görebiliyordum.

Adamın bakışları kızdan uzaklaştı ve bizi gördü. Yüzündeki gülümseme soldu ve yerini memnuniyetsiz bir ifadeye bıraktı.

Anıl'ın artık buz gibi olan eli avcumdan kaydı. Kaskatı kesilmiş yanımda duruyordu ve ellerini yumruk yapmıştı. Öfkeden deliye döndüğünde olduğu gibi çenesi kasılmıştı. Burnundan soluyordu.

Adam bir parça bok görmüş de tadı kaçmış bir ifadeyle bize bakarken bu, karşısında oturan kızın dikkatini çekmiş olacaktı ki kafasını çevirip adamın baktığı yere baktı. Bize.

"Hassiktir!" Şaşırma sırası bendeydi. "Özlen!"






Kötü Kızlar Kulübü 2Where stories live. Discover now