''I'm hurting you.''

435 35 13
                                    

Gözlerimi kocaman açarak düşmekte ısrar eden göz yaşlarını engellemeye çalışsamda başarılı olamadım. Bunların hiçbirini isteyerek söylemediğinin farkındaydım, sarhoştu evet. Ama insanlar hep sarhoşken aklından geçenleri söylemezmiydi? Benim için bunları düşünmesi çekilen herhangi bir fiziksel acıdan daha kötüydü. Fiziksel acı ardında kabuk bağlayıp, sonrasında yok olacak şeyleri doğurur. Ve zamanla her şey unutulur ama ben bu sözleri her aklıma geldiğinde aynı acıyı hissedeceğimden eminim.

Morali bozuk olduğunda üstüne gidilirse felakete dönüşebileceğini biliyordum. Sarhoş olduğunu ve bunları isteyerek söylemediğini de. Ama sol tarafımdaki ağrı bunları bilmeme rağmen geçmiyordu. ''Pekala,'' dedim nefes almaya çalışırken. Son 5 dakikadır taşmakta olan kahveyi döküp Justin'e belli etmemeye çalışarak göz yaşlarımı gizledim ve koşarak merdivenlerden yukarı çıkıp odaya girdim. Boğazımda biriken hıçkırıkları daha fazla tutamadığımdan duymamasını umarak sessizce ağladım.  

*

Sabah uyandığımda yatağımdaydım ve üzerimde mor örtülerden biri vardı. Justin'in beni taşımış olacağı aklıma geldi ve gece olanları hatırlayınca burnumdaki sızıya engel olamadım. Yatakta büyük bir çabayla telefonumu ararken Justin'in yerinin hiç bozulmamış olduğunu fark ettim ve sonunda telefonumu bularak Andrew'dan gelen 24 aramayı gördüm. Onu arayacakken saatin neredeyse öğleyi geçtiğini gördüm ve okula gidicek hal ve sabrım olmadığı için gelemeyeceğimi söylemek için Andrew'ı aradım.

''Tanrı aşkına Brook, seni milyon kez aradım!'' dedi telefonu açar açmaz.

''Üzgünüm, uyuyordum.''

''Sen iyi misin? Sesin kötü geliyor.''

Eğer olanları söylersem buraya geleceğini biliyordum. ''E-evet.. İyiyim ben, merak etme.''

''Pek gerçekçi gelmiyor ama sen bilirsin. İhtiyacın olursa ara.'' 

Görmeyeceğini bildiğim halde gülümsedim. ''Teşekkürler.''

Telefonu kapattıktan sonra istemeyerekte olsa aşağı indim. Justin salondaki koltuklardan birine oturmuş, başını ellerinin arasında  tutmuş bir halde oturuyordu. Ayak seslerimi duyunca arkasına dönüp bana baktı ve ağlamaktan kızarmış olan gözlerini ve burnunu o zaman gördüm. O an gidip sarılmak istedim, yaşanan her şeyi unutup hiç bırakmayacak gibi sarılmak istedim. Ama yapmamalıydım, yapamazdım. ''Brooklyn,'' dedi ayağa kalkıp. Her ağladığında olduğu gibi sesi titriyordu. Sanki gözlerimi kapattığımda onu duymayacakmışım gibi sıkıca kapattım. ''Ben, dün gece ne oldu bilmiyorum. Hiçbir şey hatırlamıyorum. Burada sızmışım ve sabah odaya geldiğimde seni kapının arkasında uyumuş halde buldum. N-ne oldu? Ne yaptım? Yalvarırım söyle.''

''Önemli bir şey değildi, boşver.'' dedim sesimin titremesine aldırmadan. Yerinden kalkıp yanıma geldi ve ellerimi tutup kendine yaklaştırdı. Yalvaran, masum gözlerle bana bakınca dün gece ki kişinin onunla aynı olmasına inanamadım. ''Lütfen anlat, sana yalvarıyorum. Lütfen.'' Olanları anlatıp hem bir daha yaşamak hem de onu üzmek istemiyordum. Söylemezsem de asla rahat bırakmayacağını biliyordum. Koltuğa oturup onunda yanıma oturmasını bekledikten sonra derin bir nefes alıp olanları anlattım.

Bitirdikten sonra dün gece benim yaptığım gibi gözlerini açarak yaşların düşmesini engellemeye çalıştı. ''B-ben.. çok ama çok özür dilerim Brooklyn.'' dedi dolu gözleriyle. Omuz silktim. ''Önemli değil demiştim, boşver.'' deyip gülümsemeye çalıştım. ''Hayır, hayır önemli.'' dedi ayağa kalkıp. ''Dün geceye ait bir sikim hatırlamıyorum ama sana yemin ederim ki aklımdan geçenler bunlar değil. Sadece çok sarhoştum ve düşünmediğim, söylemeyeceğim şeyler söyledim. Özür dilerim. Çok özür dilerim.'' deyip daha fazla tutamadığı göz yaşlarını bıraktı. Yapmam gereken şeyi yapıp, o anlık dediği her şeyi kafamdan uzaklaştırıp ayağa kalktım ve ona sarıldım. Hiç bırakmayacak gibi.

Naabot mo na ang dulo ng mga na-publish na parte.

⏰ Huling update: Aug 11, 2014 ⏰

Idagdag ang kuwentong ito sa iyong Library para ma-notify tungkol sa mga bagong parte!

The Story Of Two CanadianTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon