ÖFKE PATLAMASI

En başından başla
                                    

Kenarda duran çantamı kaptığım gibi içine telefonumu ve cüzdanımı fırlattım. Çekmeceleri koparır gibi açıp, kimliğimi ve pasaportumu çantama koymak üzere geri dönecektim ki bir duvara tosladım. Afallayarak birkaç adım çekildim, Antonio çatık kaşları ve geçilmez gövdesiyle karşımda durmuş, bana bakıyordu. İlk önce elimde sımsıkı tuttuğum pasaportumla kimliğime, sonra da gözlerimin içine baktı. "Neler oluyor?" diye sordu sakince.

Aptal herif. İki haftadır ortalarda gözükmüyordu ve beni görmek için gerçekten bugünü, bu dakikayı mı bulmuştu? "Gidiyorum!" dedim aksi bir sesle. Etrafından dolanıp, elimdekileri çantamın içine fırlattım. "Buraya gelmem koca bir hataydı! En başından sana önerdiğim gibi beni ülkeme göndermen lazımdı! Allah aşkına, derdim ne benim? Ne yapıyorum ki ben burada?" diyerek hiç susmadan, durmadan söyleniyordum. Antonio kolumdan tutup, elimdeki çantayı yatağın üzerine fırlattı. "Bana bak." dedi ama gözlerimi onun dışında, odadaki her şeyin üzerinde dolaştırıyordum. Tekrardan, "Bana bak!" diyerek iki eliyle suratımı sertçe tuttu. "Cara mia, neler oluyor? Söyler misin lütfen? Niye bu kadar öfkelisin?"

"Gitmek istiyorum." dedim yalnızca.

Onun da yavaş yavaş sinirlendiğini anlayabiliyordum. Gözlerini kapatıp, derin bir nefes alıp verdi. Açtığında mavileri, her sinirlendiğinde olduğu gibi laciverte dönmüştü. "Gitmek istiyorsun?" dedi birkaç adım geri çekilip, ellerini beline koyarak. "Gitmek istiyorsun, öyle mi? Sadece bu? Yasemin, sen dalga mı geçiyorsun benimle?" Konuştukça sesi sertleşiyordu. "Sence bu oyun bir oyun mu? Benimle oyun mu oynuyorsun?"

Aynı gün içerisinde ikinci defa birisi Antonio'yla oynadığımı iddia ediyordu!.. Allah aşkına, bu İtalyanların benimle derdi neydi?!

Sinirlenerek ellerimle onu sertçe ittim. Beklemiyor olmalı ki, yerinde sarsıldı ve bana şaşkınca bakmaya başladı. "Ben mi seninle oynuyorum?" diye bağırdım sinirle. "Seninle oynuyorum, öyle mi? Hadi oradan! Senin için evimden ayrıldım! Senin için ülkemden ayrıldım! Her Allah'ın günü, annemlere eğitim için burada olduğumu söyleyerek yalan söylüyorum! Arkadaşlarımdan uzağım, ailemden uzağım... Kimin için? Söylesene adi herif, kimin için? Ve aldığım tek şey ne biliyor musun Antonio?" Çılgınca başımı sallayıp sordum, "Cevap ver! Aptal, cevap ver dedim! Aldığım şey ne, biliyor musun?"

"Hayır." dedi dişlerini sıkıp gergince. "Hayır Yasemin, bilmiyorum. Nedir? Lütfen, aydınlat beni!" dedi yüksek bir sesle.

"Yalnızlık!" dedim, gözyaşlarına boğulmuşken. "İki haftadır benimle değilsin. Bu yatakta yalnız uyuyorum, bu yatakta yalnız uyanıyorum, evden dışarıya bile çıkamıyorum çünkü yanımda sen olmadan gidebileceğim hiçbir yer yok! Ve karşılığında aldığım şey yalnızlık, ve hakaret! Memnuniyetsiz bakışlar! Ve içi boş iftiralar! Seni seviyorum, ve senin için her şeye katlanabilirim zannetmiştim ama hayır, bebeğime kötü gözle bakılmasına katlanamam-"

"Bekle, bekle, dur bakalım orada..." Kaşlarını çattı, alnındaki bir damar atıyordu. Şimdi gerçekten sinirlenmişti. Kollarımdan sıkıca ama acıtmadan tuttu, "Şimdi söyle bakalım, kim hakaret etmiş sana?"

Başımı iki yana salladım. "Önemli olan bu değil, demek istediğim..."

"Yasemin soruma cevap ver!" diye gürledi. "Sana kim bir şey söyledi? Kim bebeğimize laf etti?" Ben sessiz kalınca, "Porco dio!" diye küfretti. "Sana soruyorum, Yasemin, bana cevap ver? Nonna mı? O mu sana bir şey söyledi?" Beni böyle konuşturamadığını anladığında, çenemden tutup ona bakmamı sağladı. "Hadi bebeğim, cevap ver bana. Yasemin, kim seni bu kadar üzdü?"

"Marco!" diye patladım en sonunda. Hıçkırıklarım arasında zar zor konuşabiliyordum, "Ben... ben senin paran ve gücün için yanındaymışım! Sizin işlerinize burnumu sokmamam lazımmış! Tek yaptığım Flora'yla dertleşmekti, aile ilişkilerinize asla karışmam. Asla ailenize giremeyecekmişim! Tanrım, sanki amacım ailene girmekmiş gibi... ve... ve.." Sustum. Son sözlerini söylersem Antonio'nun ne tepki vereceğini kestiremiyordum, şimdi bile sanki delirmiş gibi bakıyordu.

"Ve?" dedi tehlikeli bir ses tonuyla. "Sana ne söyledi Yasemin?"

Sessizce, "Dua edecekmişim... bebeğimin gerçekten senden olması için..."

Daha cümlemi bitiremeden Antonio çenemi hızlıca bırakıp, odadan uçarcasına çıktı. "Siktir!" diye küfrederek arkasından koştum, "Antonio, dur!" diye bağırdım ama merdivenlerden inmişti bile, bende düşme tehlikesini umursamadan ikişer ikişer aşağıya indim ve tam kapının önünde gömleğinin koluna yapıştım. "Lütfen, sakin ol! Sana öfkelenmen için anlatmadım! Antonio, sakın aptalca bir şey yapma, o... o beni daha tanımıyor? Sadece seni korumak istediğine eminim..- Antonio!" Antonio beni dinlemeden elimi silkeleyip, kapıyı açmıştı. Bahçenin diğer tarafında durmuş, telefonla konuşan Marco'ya, "Marco!" diye kükredi.

Marco ilk önce ağabeyine, sonra da alayla bana bakıp telefonu kapattı ve cebine attı. Daha konuşamadan, Antonio tarafından ilk yumruğu yemişti bile. Çığlık atarak elimi ağzıma götürdüm. Allah kahretsin! Ne yapmıştım ben? "Antonio yapma!" diye bağırsam da beni duymuyormuş gibiydi. Suratına iki yumruk patlattığı Marco'yu gömleğinin yakalarından tuttu ve kendisine çekip, öfkeyle hırlamaya başladı. O kadar hızlı konuşuyordu ki, ne söylediğini asla anlayamıyordum. Anladığım tek şey, arada bağırarak ettiği küfürlerdi.. O sırada bahçe kapısının girişinden gelmekte olan Alfredo'yu görünce ona bağırdım; "Alfredo! Durdur onu!"

Alfredo, onu tutup çekmeye çalıştı ama Antonio, göğsünden itmişti onu. Tehditkar bakışlarla Alfredo'ya, anlayabildiğim kadarıyla "Bu benim meselem." demişti. Fakat beni asıl şaşırtan, Alfredo'nun itaatkar bir tavırla kenara geçmesi oldu. Ona öfkeyle baktım, "Neden durdurmuyorsun?! Sen delirdin mi?!"

"Ailevi meselelere karışmam, Bayan Aktaş." dedi saygıyla.

Ona bakıp yumruklarımı sıktım. Prensipli olmanın vaktiydi çünkü şimdi!

Marco, sonunda ağabeyini üzerinden itip, bana doğru parmağını salladı. Artık İngilizce konuşuyordu, sanırım benim de anlamam içindi. Ne nazik adamdı ama! "Yalan mı?" dedi sinirle. "Aylarca onun peşinden Türkiye'de kalmasaydın şu anda burnumuzun dibindeki bu bokla ilgilenmek zorunda kalmayacaktık! Boris denen o piç bu kadar yakınımıza gelemeyecek, bizi tehdit edemeyecekti! İş umurunda bile değil, varsa yoksa şu kız! Angelolar o kızı bu eve, bu ülkeye getirdiğin için savaş açtılar bize! Aptal herif, bir etrafına bak! Ben seni korumaya çalışıyorum! Onun yüzünden... ya hapse tıkılacaksın ya da öldürüleceksin!"

Donakaldım. Son sözleri beynimde uçuşup duruyordu. Ne demekti bu?

Ya hapse tıkılacaksın ya da öldürüleceksin.

Hapse girmek. Öldürülmek.

Bu... tüm bunlar ne demekti?

Antonio'yu kim öldürmek veya hapse tıkmak istiyordu? Ve bunların benimle ne ilgisi vardı? Tüm bunlar benim için çok fazlaydı. Çok ama çok fazla. Bir adım geriye doğru yalpalarken, birisi belimden çevikçe tuttu. Alfredo'ydu. "Signora? İyi misiniz?"

Cevap veremedim.

Gözlerim kararmadan önce son algıladığım, Antonio'nun adımı bağırmasıydı.


ooo çarşı karıştı... sizce marco neden bu kadar öfkeli? ve haklı mı? vee neden her bölüm bu boris denen adamın adını duyuyoruz? hepsi parmaktan sonraaa.. dermişim...

yeni bölüm yazımda! hızımı alamıyorum, deli gibi bölüm yayınlamak istiyorum.. bakalım yarın gelebilirr, iyi okumalar :)

BİR MİLYONERİN BEBEĞİ (İTALYAN SERİSİ#1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin