👉51. Küçük prens

Start from the beginning
                                    

Yok bilmiyordum. Nereden bileyim değil mi?

"Olmalı mı?" "Olsa güzel olurdu..." dedi önce. Gülümsedi. "Olsun mu?" Aval aval baktım yüzüne ciddi mi acaba diye. Galiba ciddiydi. "Nasıl olacak?" diye sordum çok zor ve imkânsız bir şey istemiş gibi.

Tam o an ışıklar açılınca ani ışıkla gözlerimi kırpıştırdım. Garipseyen bir bakışla karşılık verdi bu saçma soruma. "Selfie?" Kaşlarımı kaldırdım. "Selfie? Bir fotoğrafçı olarak selfie'ye karşı olacağını düşünmüştüm."

"Neden selfie'de fotoğraf değil mi?" Bana göre öyle. Benim selfie'yle hiçbir sorunum yok. "Öyle ama değeri oldukça düşük, sanat eseri olma potansiyeline sahip değil..." Çok güzel toparladım. İkna edici ve entelektüel bir açıklama getirdim. Hemen kendimi takdir edeyim.

Üstün zekâlı olmak da böyle bir duygu.

"Bence senin olduğun her fotoğraf bir sanat eseridir." Hı? Kaşlarım birbirine yaklaştı. Anlamayan bakışlarım onunkileri buldu. Söylediğini anlamadığımdan değil de, neden söylediğini anlamadığımdan.

Aslında neden söylediğini de az çok biliyordum ama neden neden söylemişti..? Aslında kendimin de tanımlayamadığı bir neden arıyordum. Neden böyle davrandığı mı desem ona?

"Neden böyle bir şey söylüyorsun ki şimdi?" Bunu sormuştum ama cevabını duymak istemiyordum. Çünkü verdiği cevaplar sadece daha karmaşık bir durum yaratıyordu. Beni aydınlatmıyordu. Beni daha rahatsız bir duruma sokuyordu.

"Gerçekten bunu neden söylediğimi bilmiyor musun? Yoksa sadece bilmiyormuş gibi yapmak işine mi geliyor?"

Bilmiyorum.

Cevap vermedim ama bakışlarımı da çekemiyordum. O kafasını açıp bir kere bakabilsem içine. Bir kere sadece. Belki anlardım.

Belki.

"Sen hiç aynaya bakmıyor musun? Ne kadar güzel olduğunun gerçekten farkında değil misin? Ne kadar etkileyici olabildiğinin..." İster istemez kalp atışlarım hızlandı. Bu söylediği çok anlamsızdı.

"Abartmasan iyiydi..." diye mırıldandım daha çok kendi kendime. İlginç gözlerine bakmamaya özen gösteriyordum. Yine de bakışlarının üzerimde oluğuna dair bir şüphem yoktu.

Böyle şeyler söylememeliydi. Israrı ve şüphe götürmeyen inancı beni inanılmaz rahatsız ediyordu. Bundan yüzde yüz eminmiş gibi dile getirmesi. 'Ne kadar etkileyici olabildiğinin'.

Bunu nasıl bu kadar emin bir şekilde söyleyebilirdi ki. Böyle yaptığında saçma bir şekilde sadece aksini ispatlama isteğiyle doluyordum. Sanki ne pahasına olursa olsun onu öyle olmadığına inandırmam gerekiyordu.

"Abarttığımı mı düşünüyorsun? Öyle olmadığını mı düşünüyorsun?" "Güzellik göreceli bir kavramdır..." "Kişiye göre değişir biliyorum. Ama bu soruma bir cevap değildi. Ayrıca bu seni güzel bulmamam için bir neden de değil... Bana bunu duymaktan neden bu kadar rahatsız olduğuna dair tatmin edici bir açıklama yap, bir daha söylemeyeceğim."

Tamam. Bunu yapabilirim.

Tatmin edici bir açıklama. Neden rahatsız oluyorum. Çok basit.

Ağzımı açtım bunu ona söylemek için ama hiçbir şey çıkmadı. Neden? Alt dudağımı ısırdım. Hadi dedim kendi kendime. İkna edici olmakta üstüme yok benim. Tek yapmam gereken onu ikna etmek.

"Telefon mu çalıyor? Telefon çalıyor galiba," derken yanımdaki koltukta çalmayan telefonu aramaya başladım. "Alya telefonun benim cebimde ve çalmıyor." Durdum. Elimin biri hala yanımdaki telefonu aradığım koltuktaydı. Göz ucuyla biraz önce telefonumu elimden alıp koyduğu cebine baktım.

Arıza tespitWhere stories live. Discover now