👉44. Günaydın prenses👸

Start from the beginning
                                    

"Ben asla öyle bir şey söylemeyeceğime göre, evet." Keşke sesimdeki kendinden emin ton içimde de konuşsaydı. Söylemiş miydim gerçekten? "Bir keresinde söylemiştin ama hatırlatırım," dedi memnuniyetle.

Söylememişim. Aferin bana. Neden söyleyeyim ki zaten.

"O sayılmaz. Onu zorla söyletmiştin," diye savunmaya geçtim hemen. "Ağzına çok yakışmıştı ama. Bence kesinlikle bir kez daha söylemelisin," diye ısrar ettiginde göz devirdim.

Özgüven yine tavan.

"Hadi be oradan. Sen yeterince söylüyorsun zaten bay kibirli." "Hakkım var ama değil mi? Sen itinayla kabullenmeyi reddetsen de."

Evet var.

Belki de yok.

Ne yani yakışıklısın diye herkesin gözüne sokmaya gerek yok değil mi. Görüyoruz zaten sonuçta.

Hayır kendini beğeniyorsan, kendinle baş başayken beğen, insan içinde ayıp değil mi yani? Ben sana güzel olduğumu söylüyor muyum?

Birden hatırladığım bir şeyle kıpırdandım. 'çok güzelsin' demişti. Orada vagonların dibinde. 'Sana bir şey söylemek istiyorum' deyip, 'çok güzelsin' demişti.

Bunu hatırladığımda midemde garip bir şeyler oldu. Şu kanın verdiği bulantıdan farklı bir şey. Sonrasında olanları hesaba katarsak anlamsız bir heyecan değildi değil mi. Sonuçta olayların şokunu daha üstümden atamamış olabilirim. Ama beni heyecanlandıran sonrası mıydı emin olamıyordum.

"Neden güzel olduğumu söyledin?" diye sorarken buldum kendimi. Ne yapıyorum ben yine. Sanki vereceği garip cevapları kaldırabilecekmişim gibi. "Güzelsin çünkü," dedi çok basit bir şey açıklarcasına. "Fazla güzelsin. Senin aksine benim bunu kabullenecek cesaretim var. Zombi halinle bile çok güzelsin."

Bu neydi şimdi? Yakışıklı olduğunu kabul etmem için mi söylüyordu bunu?

Ve yine o bakışlar. Genelde restoranlarda kullandığı içime işleyen o bakışlar. Karanlığın içinde bile tam hedefe isabet eder gibi oradaydı. Saf gümüş.

"Bakma öyle," dedim hafifçe kıpırdanarak. Biraz doğruldum ve bu ufak hareket bana yaramı hatırlattı. Öylece dururken ilaçların etkisiyle çok da fark etmiyordum ama kımıldadığımda acıyla nefesimi tuttum.

"Nasıl?" diye sordu anlamamazlıktan gelerek. Euhm dur bir düşüneyim. Ne diyorduk ona? Öküzün trene baktığı gibi.

Sen öküz olabilirsin ama ben tren değilim.

"Öyle işte," dedim omuz silkerek. Bu iyi bir fikir değildi. Hiç iyi bir fikir değildi. Omzumdan koluma doğru inen acıyla dişlerimi sıktım. Bu lanet olası minicik hareketin bile canımı bu kadar yakması normal miydi acaba?

Gözlerimi etrafta gezindirdiğim sırada, "Hm anladım," deyince göz ucuyla baktım ona.

Neyi anladın?

"Bir daha bakmam 'öyle'," diye devam etti tırnak işareti yaparken alaycı bir ses tonuyla. "Ya sen gitsene artık," dedim ters bir bakış eşliğinde.

"Hayır," diye karşılık verdi anında, kesin bir tavırla. Kaşlarımı kaldırdım. "Ben sana gelme demiştim ama sen geldin. Şimdi de sen git desen de ben gitmeyeceğim."

Ha benimle yarışıyor yani.

"Şimdi söyle bakalım. Ne dedi sana?" "Kim?" diye sordum bilmezlikten gelerek. 'Daha yaratıcı ol' bakışları gönderince, "Senlik bir şey yok," dedim kestirip atarak.

"Niye o kadar korktuğunu merak ediyorum," dediğinde yutkundum. Buz gibi parmakları yine tenimde hisseder gibi oldum. "Korktuğumu da nereden çıkardın?" dedim kontrollü bir tonda. Bunu konuşmak istemiyordum.

Arıza tespitWhere stories live. Discover now