"Peki o zaman. Şaşırma diye önceden söylüyorum." Yerinden doğrulup arkaya uzandı.

"N-ne?" Silah dolu çantamdan silah çıkartıp emniyetini açtığında arabayı kendi isteğimle bir yerlere vurmak istedim. "Baek ne yapıyorsun?"

"Senin dakikalardır yapamadığın şeyi." Kolu döndürdü ve cam açılır açılmaz dışarı sarktı. Aklımı yitirmek üzereydim. Ya da çoktan yitirmiştim ve hayal görüyordum.

"Baek içeri gir! Baekh-" Bağırmam yarım kalmıştı. Bir silah sesi. Ardından ikinci silah sesi. Gözlerimi yumup kendimi en kötüsüne hazırlamak isterdim, direksiyon bende olmasaydı. Baekhyun içeri geri girene kadar nefes alamadım. Kalbim dahi atmadı.

Yerine oturup kemerini tekrardan taktığında kendime gelebildim. Arkamızdaki araba acı bir frenle durmuştu. Tekerleksiz yola devam edemezlerdi.

"Baek... Siktir sen..." Dilim tutulmuştu. Beynim donmuştu.

"Sus. Bu konu hakkında konuşmak istemiyorum. Eve gidelim artık." Zaten eve gitmekten başka şansımız yoktu şu an. Gerginlik ve şaşkınlıktan elim ayağım titriyordu. Sağlam bir şekilde eve gidebilirsek başka bir şey istemezdim.

Sadece o konu hakkında değil. Başka hiçbir konu hakkında konuşmadık. Yolda giderken çok şey düşüyordum. Aynı zamanda çok şey yapmak.

Arabayı durdurup Baekhyun'a bunu nasıl yaptığını sormak. Pansiyon yerine ikimizi de buradan çok uzaklara götürmek. Baekhyun'u pansiyona bırakıp ardından ortalıktan kaybolmak-ki başından beri yapmam gereken şey buydu- gibi şeyler yapmak istiyordum. Bütün bu ihtimaller oldukça imkansız geliyordu. En baskın gelen isteğim ise Baekhyun'u öpmeyi içeriyordu. Onu öpmek, ne olduğumu anlatmak ve son günlerimi kollarında, kokusunu içime çekerek geçirmek istiyordum.

Elbette hiçbirini yapmaya bir adım bile yaklaşmayacaktım. Korkak olduğumu söyleyebilirsiniz. Lakin bu korkaklığın da ötesinde bir durum. Korkuyu çok fazla hissetmiştim. Bunun korkuyla uzaktan, yakından bir alakası yoktu. Bu imkansızlığın farkında olmaktı. Bu, bir oyunda yenilmiş olduğunu bilmene rağmen oyuna devam etmek zorunda olmakla aynı şeydi. Ne tarafından bakılırsa bakılsın umutsuz vakaydım.

Ve hemen yanımdaki herif henüz tadamadığım cehennem kadar ateşliydi.

Hoş, ikisinin de sıcaklığını tam anlamıyla tatmış değildim. Şimdilik.

Düşüncelerimin doğru yoldan bir kez daha sapmaya başlamasıyla gülümsedim. Her ne durumda olursam olayım Baekhyun hakkında düşünmek yüzümü güldürüyordu. İçimi sıcacık ediyordu ki bu onunla tanışmanın bana en güzel hediyesiydi. Buz tuttuğunu sandığım kalbim sayesinde güneş kadar sıcaktı.

Başım çevirip ne halde olduğunu kontrol etmek istedim. Yüzümde asılı kalan gülümsemeyi orada unuttuğum için beni o şekilde görmez gözlerini yuvarlamasına, içini çekmesine neden oldu. Evet, deli ve tahammül edilemez olduğumun ben de farkındaydım.

Bir de fark ettiniz mi bilmiyorum ama az önce Baekhyun bana yeniden güvenmişti. Bana güvenmiş iki lastiği birer seferde indirmişti. Tanrım... Ona bayılıyordum. Her geçen gün biraz daha bayılıyordum.

Pansiyona geldiğimizde bir saniye bile beklemeden arabanın kapısını sertçe çarpıp pansiyona girmişti. Benden kaçtığı pek görüldük bir şey olmadığı için onu takip etmedim. Bu sefer ki gerçekten 'yalnız kalmak istiyorum' kaçışıydı. Arabadaki silah dağınıklığını topladıktan sonra pansiyona gittim ben de. Martha ortalıklarda gözükmüyordu ki günün iyi kısımlarından biri de bu olmalıydı.

Odama çıktım ve akşam yemeği saatine kadar da inmedim. Aç bile değildim ama yemek saatini bekledim. Benimle konuşmayacak olsa da yüzüme bile bakmayacak olsa da ben ona bakmak istedim. İyi olup olmadığını gözlerimle görmek.

RescuerWhere stories live. Discover now