HÜZNE İLK ADIM

2.2K 112 28
                                    

           Belkide kader sınıyordu hak ediyordu onlar aşkı...

Yere döşenen samanların üstüne atılmış muşamba ve onun üstüne sıcak tutsun diye atılan eski, parçalanmış halı... Kerpiç duvarın çatlamış kireç sıvasına çatlamış iri bir çivi, üstüne asılmış eski bir kalbur, gıcırdayan tahtadan yapılmış eski bir makat ve üstündeki hastanın ağrılarıyla çökmüş gibi duran yayları gevşemiş eski kanepe... Yine poşetle kaplanmış ve soğuğu engellenmiş cam... İç gererek baktığı eve muhtaçtı...

Her gece çığlık eşliğinde uyanmıştı genç adam... Her gece kızın çığlıklarından sonra yorganı başına çekip hıçkırarak ağlamasını dinlemişti. Derdi neydi? Onu böyle üzen, insanlardan uzaklaştıran, ürkekleştiren neydi? Ona neden ağlayacak bir hüzünle bakıyordu annesi... Kederli kederli neden başını sallayıp arkasından hep dua ederek gözlerini kapatıyordu?

Sobanın üzerinde kaynayan güğüm sallanınca içinde kaynayan sular dışına sıçradı ve cozurdayarak sobanın üzerine düşüp patladı.

Burada durmak, mezarda kalmak gibiydi. Tek bir oda... Radyo yok, televizyon yok, yaşlı kadının yorgun olduğu zamanlar –ki bu çoğu zaman oluyor- sohbet yok.

Bazen öyle sessiz oluyordu odanın içi, sanki bir mağarada tek başına gibi hissediyordu adam kendini. Cemre ruh gibiydi, yaşlı kadın yemek yemeye kalktığı an bile yorgun düştüğünden uyuya kalıyordu.

Kar yağışı dineceğini hızını iyice arttırdı, öyle ki ayaklanan Emre ne zaman dışarı çıksa büyük bir hayal kırıklığı ile eve geri döner olmuştu. Bir fare gibi kapana kısılmaktan nefret etse de elinden bir şey gelmiyordu. Tipinin dinmesi gerekiyordu. Antibiyotik kullanmadığından dolayı yarası mikrop kapmış, ara ara ateşi yükselmiş, günlerce baygın yattığında ona hayalet kız bakmıştı.

Cemre sessiz bir kızdı, ya da ona karşı mı öyleydi bilmiyordu. Üzerinde eski ama temiz elbisesi, başına sımsıkı sardığı rengi solmuş yazması, yeşil gözlerine çöreklenmiş ürkeklik ve hüzün... Kazara yerinden kalksa korkuyla sıçrayarak bir adım geriliyordu, ağzını açacak olsa anında put kesilip dikkate duruyordu. Üstelik sesini duymak için sadece kulağına bir mikrofon takman gerekirdi, kız annesi bile tek tük kelime konuşuyor, ondan uzak duruyor, kazara bakacak olsa yüzünü yere eğip, en uzak köşeye geçerek oturuyordu. Ara ara Kur'ân-ı Kerim okuyor, vakit şaşmadan namazını kılıyor, bir kere of bile demeden annesine ve ona bakıyordu.

Bir şifacı azmiyle yarasını lapa karışımı bir şeyle sarıyor, ateşlendiğinde başında sirkeli sularla bekliyor, karnını doyuruyor ve ihtiyaç gidermek için dışarı çıktığında o soğukta tuvaletin kapısında bekleyip iyi olduğundan emin olmaya çalışıyordu.

Günler geçmek bilmezken birkaç defa daha ateşi çıkmıştı ve onun kar masajı ile çabucak atlatmıştı.

Sonradan Maral Hanımdan öğrenmişti ki Cemre'nin onu parçalanan aracın içinden tek başına kurtardığını, yarasını sarıp tedavisi yaptığı, yarasındaki mermiyi çıkarıp yarasını dağladığını ama başkasına haber vermediğini çünkü o zaman müthiş bir kar yağışı başlamıştı... köyden biraz uzakta kalan evleri yüzünden de yardım alamadığından kendi başlarının çaresine kendileri bakmışlardı...

Bugün Emre iyice düzelmişti, bugün kar durursa köye inip yardım istemeyi düşünüyordu. Kafasında binlerce soru, merak ve kaygı gezinirken gözleri bir göz odanın içinde sessizce dolaşan kıza kaydı. Ahırdan gelmiş üzerindeki kalın eski kıyafetlerini çıkarıyordu usulca.

Emre ayaklandı, yaşlı kadın öksürük krizine girince Cemre'e atılamadan su dolu bardağı uzattı. Cemre bir an duraladı elinde hırkasıyla. Emre yaşlı kadının yerine yaslanmasına yardım ederken, "Hep böyle sessiz midir?" diye sordu.

UNUT ONU KALBİM +16Where stories live. Discover now