Birinci Kitap: 5. Bölüm

En başından başla
                                    

Kalbimin, kendi yetiştirdiği bir lahanayı ve yalnız onu değil, bütün iyi günleri, onu ektiği güzel sabahı, onu suladığı ve adım adım ilerleyen yetişmesine bakarak gönendiği sevecen akşamları masasına koyan ve bir an içinde bütün hepsinin tekrar tekrar tadına varan insanın basit, saf hazzını hissedebilmesi, ne iyi.

★★★

29 Haziran günü.

Önceki gün hekim kentten buraya danışmana gelip, beni bazıları üstüme tırmanan, bazıları benimle cilveleşen, kendilerini gıdıklayarak büyük gürültü çıkartırken Lotte'nin çocukları arasında toprağın üstünde buldu. Pek katı bir tel kukla olan, konuşurken kolluklarını kıvırıp, sonu gelmeyen bir kıvırcığı çekip çıkaran doktor, benim bu durumumu aklı başında bir insana yaraştırmadı; bunu burnundan anladım. Ama hiçbir şeye aldırmadım, bıraktım o çok aklı başında şeyleri tartışsın, ben de çocukların bozdukları iskambil evleri yeniden yaptım. Bunun üzerine kentte dolanmaya ve şikâyete başladı: Danışmanın çocukları oldukça terbiyesizmişler, Werther de onları tamamen arsızlaştırıyormuş.

İşte böyle, sevgili Wilhelm, çocuklar yeryüzünde kalbimin en yakını. Onları seyrederken, küçük varlıkta bütün erdemlerin, bir gün öylesine ihtiyaç duyacakları bütün güçlerin mayasını görünce; inatçılığında geleceğin karakter sağlamlığını ve direncini, haşarılıkta, dünya tehlikelerini kolayca aştıracak hafifliği ve hoş şakacılığı sezince, hepsi de öylesine bozulmamış ve bütün! - hep, hep insanların öğretmenlerinin altın sözlerini yineliyorum: Bunlardan biri gibi olmazsanız! Ve şimdi, azizim, bizim dengimiz olanlara, kendimize örnek almamız gerekenlere, kullarımız gibi davranıyoruz. Onların istençleri olmamalı! - Bizim yok mu ki? Peki, ayrıcalık nerededir? - Daha yaşlı ve daha akıllı olduğumuz için! - Güzel Tanrım, gökyüzünden yaşlı çocukları görüyorsun ve genç çocukları, başka hiçbir şey; ve hangileri sana daha çok sevinç veriyor, bunu oğlun çok önceden açıkladı. Ama ona inanıyorlar, ancak onu dinlemiyorlar, - bu da eski bir şey! - ve çocuklarını kendileri gibi yetiştiriyorlar ve - elveda, Wilhelm! bu konuda daha fazla söylenmek istemiyorum.

★★★

1 Temmuz günü.

Lotte'nin bir hasta için ne demek olduğunu, ölüm döşeğinde eriyen birinden daha kötü durumda olan kendi zavallı kalbimde hissediyorum. Doktorların ifadesine göre, yaşamının sonuna gelen ve bu son anlarında Lotte'yi yanında görmek isteyen, iyi bir kadıncağızın yanında birkaç gün kalmak üzere kente gitti. Önceki hafta onunla birlikte, St.... papazını ziyarete gittim; yana doğru bir saat ötede dağlık bir yercik. Dörde doğru oraya geldik. Lotte, ikinci kızkardeşini yanına almıştı. İki yüksek ceviz ağacının gölgelendirdiği kilise bahçesine girince, yaşlı, iyi adam evin önünde bir sırada oturuyordu ve Lotte'yi görünce, yeniden hayata gelmiş gibi oldu, boğumlu bastonunu unutup, onu karşılamak üzere ayağa kalktı. O da adama doğru koşup, tekrar oturttu, kendisi de yanına oturdu, babasından çok selâm getirdi, yaşlılığının tekne kazıntısı olan pis, yaramaz en küçük oğlunu okşayıp sevdi. İhtiyarı nasıl meşgul ettiğini, yarı sağır kulakları duysun diye sesini nasıl yükselttiğini, aniden ölüveren genç, güçlü kuvvetli insanlardan, Karlsbad'ın mükemmelliğinden nasıl bahsettiğini ve gelecek yaz oraya gitme kararını nasıl övdüğünü, son defaya göre kendisini nasıl daha iyi, daha canlı bulduğunu, söyleyişini bir görmeliydin. Bu arada ben papazın hanımına nezakette bulundum. İhtiyar canlanıverdi, ben de bize nefis gölge yapan ceviz ağaçlarını övmeden edemediğim için, biraz zorlanarak da olsa, bize bunların öyküsünü anlatmaya başladı. - Eskiyi bilmiyoruz, dedi, onu kim dikti: bazıları bu, bazıları şu papaz, diyor. Şurada arkadaki daha genç olan i.e. karımın yaşında, ekimde elli yıl. Babası onu, doğduğu akşamın sabahında dikti. Bu görevde benim selefimdi, bu ağacı ne kadar çok seviyordu, anlatılamaz; ben de daha az sevmiyorum. Yirmi yedi yıl önce yoksul bir öğrenci olarak ilk defa bu avluya geldiğimde, karım onun altında bir kalasın üzerinde oturmuş örgü örüyordu. - Lotte, kızını sordu: bay Schmidt ile çayıra işçilerin yanına gitmiş, ihtiyar sonra öyküye devam etti: selefinin de, kızının da kendisinden nasıl hoşlandıklarını ve nasıl önce onun yardımcısı, sonra da halefi olduğunu. Papazın genç kızı, bay Schmidt denilen kişiyle birlikte bahçeye geldiğinde, öykü daha sonuna gelmemişti; Lotte'ye, sıcak bir içtenlikle hoşgeldin dedi, benim de fena hoşuma gitmediğini, itiraf etmeliyim: bura kırsalında geçireceği kısa sürede insanı pekâla iyi oyalayabilecek tez serpilmiş bir esmer. Sevgilisi (zira bay Schmidt kendisini hemen böyle tanıttı), Lotte'nin çekmek istemesine karşın, konuşmalarımıza karışmak istemeyen kibar, sessiz bir insan. Beni en fazla üzen şey, onu konuşmaktan zekâ kıtlığının değil, inat ve alaycılığın alıkoyduğunu yüz hatlarından fark ettiğimi sanmamdı. Daha sonra bu, ne yazık, tamamen ortaya çıktı; zira, Friederike gezinti sırasında Lotte i.e.arada benimle yürüyünce, bayın zaten kahverengimsi olan yüzü, öylesine görünür biçimde karardı; Lotte de kolumdan sündürüp, Friederike'ye karşı fazla nazik davrandığımı işaret etmek zorunda kaldı. İşte hiçbir şey canımı, insanların, özellikle de her türlü sevince en fazla açık olabilecekleri yaşamlarının baharındaki genç kişilerin, birbirlerine eziyet etmelerinden, üç günlük ömürlerinde birbirlerine surat edip, israflarının bir daha yerine konamayacağını iş işten geçtikten sonra fark etmelerinden daha fazla sıkmıyor. Buna içerledim, akşama doğru papazhaneye dönüp, bir masada süt içerken, söz dünyanın sevincine ve kahrına gelince, ipin ucunu yakalayıp, huysuzluğa verip veriştirmekten kendimi alamadım. - Biz insanlar şikâyet etmeyi pek severiz, diye giriştim, iyi günler ne kadar az, kötü günlerse ne kadar fazla deriz, ama sanırım bunda çoğun haksızız. Tanrı'nın bize her gün verdiği iyi şeylerden zevk almak için, hep açık kalpli olsaydık, başımıza geldiği zaman kötüye katlanmak için de yeterince gücümüz olurdu. - Hissiyatımız ama kendi elimizde değil, diye karşı geldi papazın karısı; ne kadar çok şey bedene bağlı! biri kendini iyi hissetmiyorsa, hiçbir yerde keyfi olmaz. - Kendisini bu konuda onayladım. - Öyleyse bunu, diye devam ettim, bir hastalık olarak görüp, bir çaresi var mı diye sormalıyız? - Katılıyorum, dedi Lotte: En azından, çok şeyin bize bağlı olduğuna inanıyorum. Kendimden biliyorum. Bir şeye takılırsam ve bir şey canımı sıkmak isterse, fırlayıp bahçede bir aşağı bir yukarı birkaç kontra dans söyledim mi, hemen geçiyor. - Benim söylemek istediğim de buydu, dedim: huysuzluk da tıpkı miskinlik gibi, bir tür miskinlik o da. Tabiatımız buna çok yatkın, yine de, bir defa davranmaya kuvvet bulursak, o zaman iş kendiliğinden yürür ve uğraşımız bize gerçek bir keyif verir. - Friederike çok dikkatle dinliyordu, ama genç adam, insanın kendine sahip olmadığını, hele duygularına en az hükmedebildiğini söyleyerek, bana karşı çıktı. - Burada söz konusu olan, diye karşılık verdim, herkesin seve seve def etmek istediği tedirgin edici duygu; kimse, denemeden kuvvetinin nereye kadar yeteceğini bilmez. Elbette, hasta kişi, bütün doktorlardan şifa soracaktır ve arzuladığı şifaya kavuşmak için, en büyük feragatları, en acı reçeteleri reddetmeyecektir. - Samimi ihtiyarın tartışmamızı paylaşmak için kulağını zorladığını fark edip, ona dönerek sesimi yükselttim. Kötü huylara karşı o kadar çok vaaz ediliyor, dedim; mimberden huysuzluğa karşı vaaz verildiğini hiç işitmedim*. - Onu şehir papazları yapsınlar, dedi, köylülerin kötü şakaları yok; yine de arada bir fena olmazmış, hiç olmazsa karısı ve müşavir bey için bir ders olurmuş. - Herkes güldü, kendisi de içten katıldı, tartışmamızı bir süre kesen bir öksürüğe tutuluncaya kadar; bunun üzerine genç adam yine sözü aldı: Kötü şaka için kötü huy dediniz, bence bu abartı. - Kesinlikle, diye karşılık verdim, insanın kendine ve başkasına zarar verdiği şeyin adıysa bu. Birbirimizi mutlu yapamamamız yetmiyor mu, bir de her kalbin arada bir kendi kendine verdiği keyfi de mi karşılıklı kaçırmamız gerek? Haydi bana, huysuzluğunu gizleyip, çevresindeki sevinci berbat etmeden, kendine saklayan bir kişiyi gösterin! Yoksa bu aslında kendi densizliğimiz üzerine iç sıkıntısı, her zaman aptalca bir kendini beğenmişliğin kışkırttığı kıskançlıkla iç içe olan, kendi kendimizden hoşnutsuzluk değil mi? Kendimiz mutlu etmediğimiz mutlu insanları görmeye dayanamıyoruz. - Konuşmamın devinisini gören Lotte, bana gülümsedi, Friederike'nin gözündeki bir damla yaş, beni devam etmeye tahrik etti. - Eyvah onlara ki, dedim, egemen oldukları bir kalbe karşı bu egemenliği, o kalbin kendi içinden uç veren basit sevinçleri gasp etmek için kullanırlar. Dünyanın hiçbir armağanı, hiçbir lütfu, bir zalimin kıskanç huzursuzluğunun zehrettiği bir anlık zevkin yerini tutmaz.

O an bütün kalbim doluydu; geçmiş bazı anılar ruhumun yüzüne çıkmak istiyordu, gözlerim yaşlanıyordu.

Her gün kendi kendine şunu söylese insan, diye bağırdım: dostlarına, onlara sevinçlerini bırakmak, paylaşarak mutluluklarını çoğaltmak dışında bir şey yapamazsın. Korkulu bir tutku ruhlarını derinden acıtır, sıkıntıdan sarsarsa, onlara bir damla teselli verebilir misin?

Ve son, umarsız bir hastalık, esenli günlerinde altını oyduğun varlığa musallat olup da, artık fersiz seri sefil yatağa düşmüş, boş bakışları göğe yönelmiş, soluk alnında ecel terleri gelip giderken, sen de yatağın ucunda bütün servetinle hiçbir şey yapamamayı içinde duyarak, bir ilençli gibi durup, korkudan için kasılırken, batmakta olan varlığa bir damla güç, bir kıvılcımlık cesaret vermek istersin.

Yaşadığım böyle bir sahnenin anısı, bu sözleri söylerken bütün şiddetiyle üzerime abandı. Mendili gözlerime tutup, onlardan ayrıldım, ancak Lotte'nin, gitmemiz gerektiğini bildiren sesiyle kendime geldim. Ve yolda her şeye böylesine hararetle katılmamın beni mahvedeceğini! kendimi sakınmam gerektiğini söyleyerek beni bir payladı ki! - Ey, melek! Senin için yaşamalıyım!

Genç Werther'in AcılarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin