27. Bölüm ''Kuşatma''

Start from the beginning
                                    

''Neden gitmek istiyorsun?'' diye sordum bir süre sonra hafif bir sesle. Döndü, sakince baktı. ''Büyük bir hata yaptım,'' derken ilk defa bu kadar açık olduğunu biliyordum. Dinlediğimi belli edercesine kafamı salladım. ''Hiçbir şeyi anneme seçmemem gerekirdi.'' Sonrasında buradan gitmek istediğini söylemiş olduğu gerçeği beynimde yer ederken bir saniyeliğine dondum. Beynimin o kısmı uyuşmaya başlamıştı. Son birkaç gündür olan her şey zihnimin duvarlarında oynamaya başladığında parçalar yeni yeni oturuyordu. İçten içe beni suçluyordu ve bu yüzden benden uzaklaşıyordu.

''Beni suçluyorsun,'' dedim sakince. Hangi yoldan ilerlersem üstüne gitmemiş sayılırdım bilmediğim için doğru olduğunu düşündüğüm bir tavır takınmaya çalıştım. ''Kayra,'' dedi derin bir nefes alıp. ''Yoruldum artık ya.''

''Ben de yoruldum,'' dedim dürüst bir şekilde. ''Ama konuşmazsam bir şey değişir mi bilmiyorum.''

O bir şeyleri kabul edemez bir ifadeyle kafasını sallarken ben küvetin kenarına doğru yaslanıp dizlerimi kendime doğru çektim. ''Bir şey değişmez bu saatten sonra,'' dedi en ufak bir üzüntü duymadan.

Söylediklerini göz ardı etmek istedim ama yapamadım. Üstünde durmak istemediği de her halinden belli oluyordu. Ayağa kalkarken sendelemesini izledim. Bir an düşeceğini sanmıştım ama bir şekilde doğrulmayı başarmıştı. ''Bir saattir uyuyorsun yaklaşık,'' dedim kuru bir ifadeyle. Çoktan onunla göz temasımı kesmiş yerdeki fayansa odaklanmıştım. ''Tamam,'' deyip gitti bunun üstüne. Bense bir süre daha öyle durdum. Vücudumun tamamı soğuktan morarana kadar bekledim. Sonunda pes edip banyoyu terk ettiğimde Aren'in yüzünü görmek istemediğimi zannediyordum. Odaya girip onu göremediğimde tam tersi olduğunu anlamıştım.

Üstümü değiştirip salona gittim. Buradaki koltuklardan birisini yatmak için düzenlemişti. Gözleri sonuna kadar açık, tavanı izliyordu. ''Neden içerde değilsin?'' diye sordum kapının eşiğinde beklerken.

''Sen uyursun orada,'' dedi ve sonra gözlerini kapattı. Git çağrısıydı bu, anlamıştım ama gitmedim.

''Birlikte uyurduk,'' dedim çekinerek.

''Tek uyu, Kayra,'' dedi ve yattığı yerde sol tarafına dönerek benimle tüm temasını kesti. Kafasının içinde dönen şeyleri merak ettim. Kimi, ne için suçluyordu bilmek istiyordum. Kendisine olan öfkesinin ardındaki nedenin kökleri nereye kadar uzanıyordu, benden nefret ediyor muydu? Sormak istedim ama yapamadım. Sorma isteğiyle dudaklarımı her aralayışımda cenazedeki hali gözlerimin önüne geldi ve beni susturdu. Elinde tuttuğu küreğin pasları onun kanına karışmış bir kanser hücresi gibi gittikçe çoğalarak onu çürütüyordu. Kalbinin etrafında toplanmışlardı ve yavaşça onu da çürütecekleri. Bir kere ölümün hayatında var olmasıyla o pasa bulanmıştı, aynı hayat var olmayacağı sürece o paslar temizlenemezdi. Aynı hayat ise bir daha asla var olamazdı.

Çaresi bulunmayan bir gerçekliğin bizi kıskaçlarının arasında tuttuğunun farkındaydım. Hala sağlamdık ama bitmeye yüz tutmuştuk. Bir an önce o kıskaçların bizi daha fazla tüketmeden serbest bırakmasını diledim. Sonrasında sanki normal bir gündeymişiz gibi hissetmeye çalışarak mutfağa gittim. Yemek yemek istemedim, su içmek istemedim, uyumak istemedim. Bomboş bakmaktan başka bir şey yapamıyordum.

Aren'le ayrı odada kalmak istemediğimi fark edince yastık ve yorgan alıp onun karşısındaki koltuğa geçtim. Kitaplığından herhangi bir kitap almıştım. Okumadım ama okuyormuş gibi ilk sayfasını açıp dakikalarca ilk kelimeye baktım. Ev, cenaze evini andırmıyordu ama mutlu bir aile evi olmadığı tavanına kadar sinmişti. Aren görmedi ama ben tavandan aşağıya doğru akan o siyah katrana benzeyen sıvıyı gördüm. Sonunda her yeri kaplayacaktı.

BATAKLIKWhere stories live. Discover now