26. Bölüm ''Kan''

Magsimula sa umpisa
                                    

Adnan abi, ''Aren,'' dedi sakince beni iç dünyamdan çekerek. ''Ver küreği oğlum. Biraz da ben...''

''Yok, Adnan abi. Ben yaparım. En azından bunu tam yapayım.''

Adnan abi üstelemedi. Başka birinin mezarının kenarına oturmuş olan arkadaşının yanına çöküp, uzaktan Aren'i izledi. Veda... Aklıma gelmesi bile gözlerimi doldurmaya yetiyordu. Toprağın altına ilk defnedilen Veda olmuştu. Mezarı Aren'in annesinin mezarına yakındı. Onu defnettiğimizden beri kimse ağzını dahi açmamıştı. Kimse ağlamamış, kimse teselli konuşması yapmamıştı. Veda'nın annesi ise çok kötü bir haldeydi. O gece haberi duyunca acile kaldırılmıştı. Hiçbir şey yiyip içmiyor, ağlamaktan başka bir şey yapamıyordu. Veda'nın cenazesinden sonra ise hemen arabayla evine geri dönmüştü.

Berk, Adnan abi, Kenan abi, dayısı Ege ve benim dışımda Aren'in yanında kimse yoktu. Olanlardan sonra bizim burada olmamız bir şey ifade ediyor muydu bilemiyordum.

Ne hissettiğimi anlamış gibi ılık esen rüzgarla birlikte dönüp bana baktı. Şefkatli gözlerinden eser yoktu. O kadar donuktu ki, endişeleniyordum ama hiçbir şey yapamıyordum. Gözleri benimkilerle buluştuğunda kaçırdı.''Bitti,'' dedi diğerlerine bakarak. ''İşte yaptığım en büyük hatanın sonucu.''

''Suç sende değildi, Aren. Yapma böyle, koçum.''

Adnan abinin aksine Kenan abi onu suçluyordu. O günden sonra da ifade etmekten asla çekinmemişti. ''O ne yaptığını biliyor, Adnan. Rahatlatmayı bırak şunu,'' dedi sinirle. Karşısına geçip bağırmak isteyen tek kişi olmadığıma emindim. Yine de hiçbirimiz konuşmadık. Rüzgar halimizden anlar gibi sert bir şekilde esip içimizden geçti ve gerginliğin yönünü olabildiğince değiştirdi. Ama gerginlik asla dağılmıyordu. O cehennem gibi geceden sonra her şey rengini değiştirmişti. Nereye baksam bozuk tonlarla karşılaşıyordum, nereye dokunsam elimin rengini vermek yerine çirkin renklere bulanıyordum.

Gördüğüm, temas ettiğim en canlı renk o alevlerin can alıcı parlaklıktaki kırmızısı olmuştu. Yüzüme dokunmuşlardı, ellerime, vücudumun başka yerlerine. Her yerde bir izi vardı o günün. Cehennemin yer yüzüne kurulmuş sahnesinde oynamıştık o gün hepimiz. Çaresizlik tufanı herkesin göğsünde kopmuştu bir kere, bir daha çare bulunması imkansızdı.

Hayal meyal hatırlıyordum. Aren beni olduğum yerde bırakıp Adnan abisine doğru koşmuştu. Onları kurtarmış, sonra üçü birlikte bizi kurtarmaya çalışmışlardı. Annesinin ve Veda'nın cansız vücutlarının başında nefes nefese dururken söylediği cümle o güne dair asla unutamayacağım en belirgin andı. ''En azından et, kemikler hala,'' demişti. ''En azından kül olmadılar.''

Sonraki iki gün onu asla görmemiştim. Beni eve bıraktıktan sonra bir daha asla gelmemişti. Dün gece Berk, geç bir saatte cenaze olacağını bildirmek için geldiğince gördüğüm ilk yüz onunki olmuştu. Sabahın erken bir saatinde ise Aren gelmiş, evde üstünü değiştirmiş ve beni alıp buraya gelmişti. Yolda hiç konuşmamıştık. İyi misin, diye sormaya mantığım el vermemişti. İyi olmadığını görüyordum çünkü. Çok düşünceliydi, çok stabildi ve bir o kadar da uzaktı.

Gömleğinin kollarını sıyırıp ellerini açınca şaşkınlıkla ona baktım. Gözlerini kapatmış dua ediyordu. Diğerlerinin de dua ettiğini görünce ellerimi göğe doğru açtım ve en içten duygularımla dua etmeye başladım. Günlerdir dolmayan gözlerim tam da bu an da bana ihanet etmişlerdi. Sesimi çıkartmadan sessiz sessiz ağladım. Aren'in iyi olması için, her şeyin iyi olması için sayfalarca dua ettim.

''Kayra.''

Sesini duymam gözümü açmam için yeterli olmuştu. ''Gidiyoruz,'' dedi ona baktığımı görünce. Ellerimle yüzümü kuruladım ve arabaya kadar onu takip ettim. İçinde fırtınalar kopuyordu ve ben o fırtınada rüzgarı durdurmaya çalışan küçük bir bariyer bile değildim. Zordu. Beyninin içine girememek, bu kadar çabalarken hep büyük bir duvara toslamak, onun benim için çabalarken ne hissettiğini bu kadar yakından deneyimlemek zordu.

BATAKLIKTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon