♢♢♢ 3 ~ ön okuma

Magsimula sa umpisa
                                    

Hava karardıkça ve gökyüzündeki beyaz ışıklar belirginleştikçe Hayat'ın tenini bir ürperti ele geçirdi. Hava soğuyordu. Yafes'in taşıdığı ve içinde birkaç parça giysinin olduğu torbadan kalınca bir kıyafet alıp üzerine sardı. Bulut, dostunun peşinden gidiyor, küçük adımlarını insanın büyük adımlarına uydurabilmek için hızlı hızlı atıyordu. İskender bu dört kişilik kafilenin en önünde gidiyor, hiç konuşmadan muntazam bir şekilde yürüyordu. Gücünün yettiği yere kadar da durmayacaktı.

Denizci yere yatıp uyumak için büyük bir istek duyuyorken, kız yürümekten bitap düşmüşken ve koyun melemeye başlamışken askerin aklında gerekirse hissedilen günler boyunca yürümek vardı. Biri yorgunluktan bayılana dek... Seçtikleri yolun hatalı olduğunu onlara göstermek istiyordu, bu ıssız çölden hiçbir deve katarının geçmeyeceğine emindi. Gecenin sabah ile kavuşmak üzere olduğu bir zaman diliminde, ötelerde yanan bir ateş onu yalanladı.

Hörgüçleri rengârenk yüklerle bezeli beş kadar devenin oluşturduğu kervan, ateşin turuncu ışığında karanlığa uzanıp giden bir kehribar tespih gibi görünüyordu. Önlerdeki bir devenin üstünde kilimlerle örtülü uzun, ince, tahta bir kutu -masallardan düşme bir tahtırevana benziyordu- gölgelerin arasında bir gizem saklıyordu. Başı koyu yeşil örtülerle sarılı zayıfça bir adam genişçe bir kumaşı silkerek ateşi güçlendiriyor, ışığın etrafına dizilmiş başkaları da matarayı ağızlarına dikerek su içiyordu.

Hayat durmuştu. Ateşin dansının yarıda kesilişini ve örtünün havada kalışını seyredip mataradaki suyu içtiğini hayal ederek dudaklarını ısırıyordu. Yafes çeşitli yönlere birkaç adım atıyor, hareketleri ileri ve geri sarıyordu. İskender yanıldığı gerçeğiyle yüzleşip saçlarına dokunuyor, bir yandan da bu kervanı kopyalamanın hiçbir yolu olmadığını düşünüyordu.

Gözlemlerinden çıkardığı sonucu netleştirdikten sonra adam, kıza doğru döndü. "Biraz sonra konakladıkları yerden kalkacaklar."

"Ya... Nereden anladın?"

"Baksana. Toparlanıyorlar, ateşi de söndürecekler."

"Niye ateşi canlandırdılar peki?" sorusuna cevap vermedi. Kızın dikkatini karanlık olduğu için gözden kolayca kaçabilecek arka kısımlara çekti. "Herkes uyanık, birbirleriyle konuşuyorlar. Kimileri su içiyor, kimileri ihtiyacını görüyor ve bir an önce yola çıkacakmış gibi ayaktalar."

"Yani uyumak için gelmiş olamazlar." dedi kız.

"Evet." Kervandaki hayvanların bir ip gibi dizilişini gösterdi. "Gidiş yollarını görüyor musun? Arkaya doğru baktığımızda aradaki mesafe açılıyor."

"İleride bir yerde bizimle kesişecekler."

Askerin ilgisini bu cümle çekti. Diğerlerinin yanına yaklaştı ve konuştuklarını kısaca tekrar ettirdi. Gardını indirdi, üzerindeki takıntıyı attı ve yürümenin daha yararlı bir yol olduğunu itiraf etti. Yeniden fikir birliğine vardıklarında uzayıp giden deve topluluğunu incelemek için bolca vakit ayırdılar. Ortalama bir hızda yürümeye devam ederlerse kervan ile gün doğarken karşılaşacaklarını hesapladılar.

Güneş ufkun doğusundan ışıklı parmaklarını uzatıp yeryüzünü yeniden aydınlatmaya başladığında develerden beşi de paylarına düştü. Uzanabildikleri semerlere el sürerken bitkinliklerine karşın şen şakraktılar. Belinde hançer olan ve koyu yeşil örtülerle kafalarını sarmış iki bekçi ve en öndeki devenin terkisinde oturan sakallı, iri yarı ve buğday tenli bir adam onların dünyasına geçti. Deveye sıkıca bağlanmış tahtırevan da kopyalananların arasındaydı.

Tarihte bir değişim yaşanamayacağı için kopyalar orada kalırken asıl kervan önlerinden geçti. Bunu gören bekçiler birbirlerine çölün şartlarının ne kadar ağırlaştığından bahsetti; seraplar sıklaşmış, büyümüş ve sanki canlanmıştı. "Şuraya bak, neredeyse bizim çok benzerimiz olan başka bir kervan olduğunu sanacağım." dendiğinde İskender kulağında biyoçevirmen olmamasına rağmen cümleleri çözebildiğini fark etti. Konuşulan dil Arapçanın çok eski bir formuydu.

Yedi Mum Serisi | İlk 3 Kitap RAFLARDATahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon