"Doğru!" dedi annem. "Şimdi git ve salıncakta sallan!"

"An..." Anne! Kendimi durdurdum ve dudaklarımı birbirine bastırdım. Annem tekrar açtığı kitabından göz ucuyla bana baktı.

"Ah! Salıncakta sallanmayı sevmiyordun değil mi?" Severdim, babamla parka geldiğimde saatlerce sallanırdım. "Pekala, başka bir şeyle oyna o zaman."

Dilimin ucunda tonlarca soru olmasına rağmen sadece, "Peki!" diyebildim. Bir kaç adım geriledim ve düğümlenen boğazımla yutkundum. Yine yavaş adımlarla bir kaç metre ilerimdeki salıncağa yöneldim. Salıncağa yavaşça otururken ağlama isteğimi bastırıyordum. Neden onunla bir ana dönmüştüm ki? Tonlarca anı, an vardı. Neden babamla değil de onunla bir ana dönmüştüm?

Yavaşça ileri geri ayaklarımı hareket ettirdim ve salıncağı yavaş bir ritimle hareket ettirmeye başladım. Vücudum öne eğik ellerim yine pembe elbisemin eteklerini sıkıca kavramıştı. Pembe renkten nefret ederdim. Üzerimdeki pembe elbiseden ve ayağımdaki kırmızı piyonklu pembe ayakkabılardan bu yüzden nefret etmiştim her zaman.

Ben maviyi severdim. Gökyüzünü anımsatırdı bana. Özgürlüğü, huzuru... Maviyi severdim çünkü mavi güzeldi. Sanki beni annemin yerine mavi gökyüzü sarıp sarmalayacak gibi gelirdi hep.

Ama annem maviden nefret ederdi. Mavi benim gözlerimdi ve o maviden de benden de nefret ederdi.

Ayakkabılarımdaki gözlerim öfkeyle parladı. Bu lanet ayakkabıları da bu nefret ettiğim elbiseyi de parçalamak istiyordum. Fiyonklu kırmızı bandı açmak için elimi ayakkabıma uzatmıştım ki duyduğum çocuk çığlığıyla başımı kaldırdım. Sarışın küçük bir kız kaydıraktan düşmüş olmalı ki yerde ağlayarak kanayan dizine bakıyordu. Onu hatırlıyordum, eski komşumuz Bay ve Bayan Harris'in kızları Tina. Benim kızlarına uyguladığım fazla içten! davranışlardan sonra Harris çifti en sonunda yılarak ben 7 yaşındayken başka bir yere taşınmışlardı.

Şimdi neden öyle davrandığımı hatırlıyordum. Tekrar yaşıyordum ve daha net anımsıyordum.

Annem hemen kitabı banka bırakıp yanına koştu ve tek dizini yere dayayıp yanına eğildi. Tina ağlarken küçük yüzünü kavradı, hiç bana dokunmadığı gibi elleri. Gözyaşlarını sildi ve bir şeyler söyledi. Dudaklarını okudum.

'Sorun yok! İyisin Tatlım!'

Elleri onun sarı saçlarını bulurken benim gözlerim doldu. Şefkatle onun saçlarını okşarken bir damla yüzümden süzülüp pembe elbisemde bir leke bıraktı. Tina'nın annesi koşarak yanlarına geldiğinde annem ona gülümsedi ama ellerini kızın sarı saçlarından çekmedi.

Ayaklarımın ritmini hızlandırdım ve salıncakta hızla ileri geri gitmeye başladım. Sonra kendimi hızla sallanan salıncaktan ileri doğru attım ve dizlerimi sertçe yere çarptım, çorabım yırtıldı ve dizlerim kanamaya başladı. Ellerimde hafifçe aşınmıştı ama hiçbiri acımadı. Buna rağmen çığlık attım. Annem başını kaldırıp bana baktı ve ne olduğunu idrak edince dişlerini sıktı. Elbetteki bunu benim yaptığımı biliyordu. Daha önce de bir çok kez kendime bilerek zarar vermiştim.

Bayan Harris'e zoraki bir gülümseme sunup bana doğru ilerledi ve yanıma eğildi. "Kes şunu!" dedi dişlerinin arasından. "Sürekli bunu yapman artık sinir bozucu olmaya başladı Mara. Seni bir çocuk psikoloğuna götürmeliyim belki de."

"Anne..." dediğimde çoktan yüzüm yoğun ıslaklığa teslim olmuştu.

"Şimdi de numaran bu mu?" dedi gözyaşlarımın bir aldatmaca olduğunu düşünerek. Dizlerimdeki yara acı vermese de o yoğun acımı göremiyordu. İçimin nasıl sızladığını hiç görememişti ki zaten. Ama canım yanıyordu. Canımı en çok o yakıyordu.

ANAHTARWhere stories live. Discover now