2.BÖLÜM: HER ŞEY DÜZELECEK

196 13 4
                                    

Yine o meşhur kabuslarımdan birini görmüştüm. Soluk soluğa uyandığımda saat öğleni geçmişti. Ne kadar da çok uyumuştum öyle.

Yatağımda dik bir şekilde oturup bacaklarımı kendime çektim ve kucağıma yastığımı alarak iyice küçüldüm. Güçsüz hissediyordum ve bir o kadar da çaresiz. Yine gözyaşlarıma hakim olamadım.

“Hiçbir şey düzelmiyor” dedim yüksek sesle. Evdeki şu sessizlik artık canımı sıkıyordu.

“Hadi ama yapma. Sen güçlüsün” dedi Jake. –Yani bilinçaltım.

“Hayır!”

“Evet!”

“Şizofren gibi hayal dünyamdan uydurduğum biriyle konuşuyorum ve her gün bebek gibi ağlıyorum.”

“Ağlamak güçsüzlük değildir ve ben gerçeğim!”

“Gerçek değilsin. Seni istediğim zaman konuşturup istediğim zaman susturabilirim.”

Sessizlik.

“Gördün mü?” diye bağırdım.

“Ben gerçeğim.”

“Değilsin.”

“Her şey düzelecek.”

“Fazla klişe birisin. Ah, hayal gücüm bile kısıtlandı.”

“Bununla idare etmek zorundasın” dedi ve güldü hayali arkadaşım Jake.

Gerçekten şu an içeri biri girse şizofren olduğumu düşünürdüm. Evet. Gerçi belki de öyleydim. Yani şizofren. Düşüncesi bile tüylerimi ürpertmişti.

Akşam olduğunda bir değişiklik yapıp yemeğimi dışarıda yemeye karar verdim. Sıkı bir şekilde giyindikten sonra yürümeye başladım. Yürüdükçe daha iyi hissediyordum. En azından insan yüzü görüyordum. Bu da o sessiz ve boş evden iyiydi.

Dışarıdaki insanlar ne kadar farklıydı ve değişik. Hiçbiri birbirine benzemiyordu. Kimisi sarışındı, kimisi esmer, kimisi kumral. Bazıları çift halinde, bazıları üçerli beşerli guruplar, bazıları da benim gibi yalnız yürüyordu. İçlerinde benim gibi olanlar var mıydı acaba? Boş, sessiz bir eve dönen var mıydı? Annesi gözlerinin önünde öldürülen sonra kaçıp hiç bilmediği bir yere gelen…

Gözlerimin yanmaya başladığını hissettim. Ama ağlamayacaktım. Ellerimi cebime sokarak temiz havayı içime çektim. Bir an olsun yaşadıklarımı düşünmek istemiyordum.

Annem küçükken “Tanrı hepimizi görür ve izler. Başımıza gelen her kötü şeyden sonra mutlaka iyi bir şey verir” derdi. O zamanlar birinin beni izlediği düşüncesinden korkmuştum. Büyüdükçe anladım bütün bunları. Belki de yaşanan bunca kötü şeyden sonra iyi bir şeyler olacaktı.

Etrafıma bakınarak yürürken gördüğüm biri bana çok tanıdık geldi. Arkası dönüktü ama bana aşırı derecede Luke’u anımsatıyordu. Onu görmeyeli 1 yıldan fazla olmuştu ama o karışık kahverengi saçları nerede görsem tanırdım. O olmalıydı.

Kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atarken hızlı adımlarla yanına gittim ve omzuna dokundum. Bana doğru döndüğünde o tanıdık açık kahve gözlerle karşılaştım.

“Luke!” dedim gözlerim yaşlarla dolarken.

“Lizz! Ama… Nasıl?”

Bir şey söylemeden ona sıkıca sarıldım. Aileden biriyle olmak ne kadar da harikaydı. Bu duyguyu özlemiştim. 7 ay sonra ilk defa güvende hissediyordum.

“Luke seni çok özledim. Başıma neler geldi bilemezsin.” Gözlerimden süzülen yaşlar yanağımı ısıtıyordu. Ona annemizin nasıl öldüğünü anlatacaktım ve nasıl kaçtığımı.

“Bende seni çok özledim Lizz”

Ayrıldığımızda bir yere gidip oturduk ve yiyecek bir şeyler sipariş ettik. Luke’u bulmuştum. Sonunda ailemden birini bulmuştum.

“Her şey düzelecek demiştim” dedi Jake.

“Buraya nasıl geldin?” dedi Luke.

“Uçakla” Aslında espri olarak söylememiştim. Ama Luke bunu espri sanıp gözlerini devirdi.

“Luke” dedim. “Annem.”

Soru sorar gibi bir bakış attı.

“Annem öldü.” Bunu söylerken sesim çatlamıştı.

Luke’un bakışları yüzümde donup kaldı.

“Şaka olduğunu söyle”

“Hayır” anlamında başımı salladım.

Dişlerini sıkarak “o piç yaptı değil mi?”

“Gitmeseydin böyle olmazdı belki de” dedim sesimi yükselterek.

“Bana vurdu Lizzy. Sen de biliyorsun. Baş kaldırmasam öldürürdü. Annemle arası normalken bile benimle uğraşıyordu. Sırf onu sevmediğim için.”

“Sende kurtuluşu kaçmakta buldun.”

“Evet! Kaçtım!” dedi kelimelerin üstüne basa basa söyleyerek. Bir süre sessizlik oldu. O arada yemeklerimizi yiyip kalktık.

“Abini buldun konuşsana işte” dedi Jake.

“Luke” dedim bana bakmasını sağlayarak. “Herkes gitti. Sen gitme.”

“Gitmem.”

Luke’la benim evime geldik ve ona o gün yaşananları tek tek anlattım.

“Kaçacağını düşünmezdim.”

“Bende öyle.”

“Tahmin ettiğimden daha cesursun” dedi koluma vurup hafifçe sırıtarak.

Gecenin ilerleyen saatlerinde uykumuz gelince ona koltukta yatması için çarşaf ve yastık getirip odama geçtim. Huzurlu bir şekilde uykuya daldım.

Ormandaydım. Kaçıyordum. Peşimde yine Robert vardı. Ateş ediyordu. Vuruluyordum ama düşmüyordum. Canım acıyordu. Sonra bir gölün kenarına geldim. Luke yerde yatıyordu. Kanlar içindeydi. Kan, etrafında küçük bir göl oluşturmuştu. Gözleri açıktı. Aynı anneminki gibi. Çığlık atıyordum ama sesim çıkmıyordu. Etrafta hiç ses yoktu. Ne silah sesi, ne de ayak sesleri. Hiçbir şey. Sadece sessizlik vardı. Bağırıyordum. Luke yerinden kalkıp kanlar içinde yanıma geldi. Gözlerini kırpmıyordu. Öylece açıklardı. Elini yüzüme götürdüğü sırada birinin adımı söylemesiyle uyandım.

“Lizzy.”

“Luke. İyi misin sen?” dedim dehşet içinde ona bakarak.

“Kabus mu gördün? Ben iyiyim.”

“Seni-seni öldürüyordu. O. Robert” dedim sesim titreyerek.

“Sakin ol tamam mı? Geçti. Bitti.” Başımı salladım. Geceyi yarı uyuyarak yarı ayık olarak geçirdikten sonra salondan gelen konuşma sesleriyle uyandım.

“Tamam. Tamam Lizzy ile geleceğim. Evet kız kardeşim. İnanabiliyor musun beni buldu. Çok kötü şeyler yaşamış. Annem. Annem ölmüş. Lizzy’ye moral vermek için güçlü durmaya çalışıyorum ama o adam annemi öldürmüş. Neyse konuşuruz. Tamam.”

“Kiminle konuşuyorsun Luke.”

“Arkadaşım. Buradaki tek arkadaşım. Bugün onunla tanıştıracağım seni. Sen iyi misin?”

“Evet. Yani idare eder.”

“Tamam hadi üstünü giyin. Kendine gel biraz. Çıkarız.”

Evimden yakın bir mesafede olan küçük, sakin bir kafeye gelmiştik. Luke’un arkadaşı daha gelmemişti. Biraz sonra kapının açılma sesi duyuldu ve biri masamıza geldi. Luke yerinden kalkıp arkadaşına sarıldı. Ona selam vermek için yerimden kalktığımda şaşkınlığa uğramıştım. Bu iki çift tanıdık göz. Nasıl olabilirdi? Beynim bana oyun oynuyor olmalıydı.

SESSİZLİKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin