👉8. Tamirhane🛠

Start from the beginning
                                    

Arabada ne yapmam gerektiğini düşündüm biraz fakat aklıma Zeyd Arkan'la yüzleşmekten başka bir şey gelmemişti ve ben yine Arkan holdingin yolunu tuttum. Artık bir gelenek haline gelmişti birbirimizin iş yerini basmak.

Odasını bildiğim için yine asistan kızı es geçip direk içeri daldım. Tabi kendisi hemen peşimden koşturdu. İlle de özrünü dileyecek ya. Bu adamın özür peşinde koşturduğuna şaşırmamak lazım, bünye alışmış tabi, herkesten bekliyor.

Masasının arkasında oturuyordu, beni görünce arkasına yaslandı ve başıyla asistana çıkmasını işaret etti. Gümüş gözleri beni tepeden tırnağa süzdü. "En azından bu defa iş tulumuyla gelmemişsin," dedi alayla. Şimdi buna kafa atılmaz mı ya?

Masasına doğru yaklaştım. Hayır bu oda neden bu kadar büyük olmak zorundaydı ki, kapıdan masaya yürümek bile bir ömür sürüyordu sanki.

Kafasını yana doğru eğmiş, şekerlemelere bakan küçük bir çocuk misali inceliyordu beni. Gümüş gözlerinde öfke olmayınca yağmurlu ama huzurlu bir günü andırıyordu sanki. Ama ben bu huzuru bozmaya gelmiştim, fırtınalar koparmak gibi planlarım vardı.

Tek sorun planlarımın hep ters tepmesiydi sadece.

"Ne kadar ileri gitmeyi düşünüyorsun? Bence artık durmalısın," dedim ona. Hafif bir gülümseme belirdi sanki yüzünde. "Seni uyarmıştım, kork benden demiştim," dedi umursamaz bir ses tonuyla.

"Ekmeğimle oynuyorsun anladım, ama başımın üstündeki damla oynaman çok adice. Daha ne kadar alçalacaksın? Bu kadar yeter, artık dur," dedim sakin ve kontrollü bir şekilde. Anlamalıydı. Bu meseleyi bugün burada çözmeliydik.

"Özür dilemeye mi geldin?" Tabi bunda anlayacak kapasite nerede. Öküzün önde gideni mübarek.

İki elimi masaya koydum ve ona doğru eğildim. "Şunu bir netleştireyim. Senden asla özür dilemem! Kendim için olsa buraya gelmezdim bile ama orada benimle 4 kişi daha çalışıyor, onların hayatlarıyla oynamaya hakkın yok," dedim öfkeyle.

"Bunu sen başlattın, unuttun mu?" dedi sanki havanın güzel olacağını hatırlatır gibi. Ellerimi masadan çektim ve ona küçümseyen bir bakış fırlattım, "Anladım, senden adam olmaz. Ama dur artık!" dedim ve kapıya doğru döndüm, tam çıkmak üzereyken bana seslendi.

"Benimle bir akşam yemeğine çık, duruyum."

Olduğum yerde çakılı kaldım. Akşam yemeği mi dedi o? Akşam yemeği? Onunla? Yok deve!

Sonra yavaşça ona doğru döndüm. Kaşlarım her an saçlarıma değebilirdi. Yüzünde alay beklerken sadece ilgiyle ne söyleyeceğimi beklediğini fark ettim. Bu nasıl bir tekliftir? Nerden çıktı ki böyle birden. Ne yapmaya çalışıyor bu adam? "Seninle şuradan şuraya gitmem," derken elimle iki nokta arasını işaret ediyordum. "kaldı ki yemeğe..."

Arabasının Aston Martin olduğunu hatırlayınca bir 'gidermeyim ki?' diye sordum kendime. Sonra bu düşünceyi halının altına süpürüp 'Sen ne saçmalıyorsun' bakışlarıyla gözlerimi ona diktim.

"Elinde sadece üç şirket kaldı. Ayrıca bizimle sözleşme yapmanı ayarlayan sevgilinde işini kaybetmese iyi olur, sen işsiz o işsiz..." Avını izleyen avcı misali gözlerini bir saniye yüzümden ayırmıyordu. "Sen ne diy..." diye başladım çatık kaşlarla. Sonra aklıma Yavuz geldi. Yavuzdan bahsediyordu.

"Yavuz'u karıştırma, onun bunların hiçbiriyle alakası yok." İşaret parmağımı ona doğru sallarken, ah şu masa bu kadar geniş olmasa da gözünü oysam diye düşündüm.

Masadan aldığı kahverengi bir zarftan birkaç fotoğraf çıkardı. "Bu fotoğraflarda çok alakalı gibi görünüyor," diyerek fotoğrafları bana uzattı. Birkaç saniye tereddüt etsem de merakıma yenik düşüp fotoğrafları aldım.

İlki Yavuz'un tamirhaneye geldiğinde, kapı girişinde ona sarıldığımda çekilmişti. Bir diğeri ise, biz kapının önünde konuşurken, benim onun kolunu tuttuğumda ve bunun gibi birkaç tane daha. "Bir dakika bir dakika, sen benim kapıma adam mı diktin? Sen benim fotoğraflarımı çektiriyorsun?" diye sorguladım onu. Bu ne kadar saçma bir hareketti. Cidden bu adamın hiç işi yok muydu, bütün gün benimle mi uğraşıyordu?

"Mesele o değil şimdi." Eliyle beni geçiştirdi. "Ne demek mesele o değil?" Elimle masaya vurdum. "Bence bu gayet de bir mesele! Eğer döndüğümde bir tane adamını görürsem etrafımda şayet, suç duyurusunda bulunurum. Bu yaptığın suç." Elime baktı, sonra tekrar bana.

Dudakları hafifçe yukarı doğru kıvrıldı. "Akü çalmak gibi bir suç mu? Öyleyse birlikte bulunuruz suç duyurusunda. Akşam alırım seni." Ya bu nasıl bir gamsızlık böyle. "Gelmiyorum seninle yemeğe falan!" Elimle tekrar masaya vurmak istiyordum ama bu beni tatmin etmezdi. Masayı kafasında kırabilirdim belki.

"Ama o zaman sevgilinde bu şirkete gelemez bir daha... hem bence sevinmelisin dışarıda benimle yemeğe gitmek için sıraya girecek bir yığın insan var." Sanmıyorum beybisi, insan değildir onlar.

"İyi ne güzel, onlarla git o zaman, beni ne yapacaksın?" Sanki benim bilmediğim bir şey biliyormuş gibi baktı bir müddet. Sonra kimsenin duymaması gereken çok gizli bir şey söyleyecekmiş gibi bana doğru eğildi.

"Onlar fazla sıradan, sen beni eğlendiriyorsun," dedi gizemli bir şekilde.

"Tamirhanemi bastığında hiç de eğleniyor gibi değildin," dedim alayla. "Evet o zaman daha çok sen eğleniyordun, ama şu an kozlar benim elimde ve içimden bir ses acayip eğleneceğimi söylüyor."

Dudağımı ısırdım, sonra güldüm. Hepsi sinirden yani.

"Ben senin palyaçon muyum? Hasta mısın sen?" Tam bir güler misin ağlar mısın vakası içindeyim. "Akşam sekizde. Hadi git şimdi, işim var." Eliyle beni kovarcasına bir hareket yaptı. Gitmek yerine ona biraz daha yaklaştım.

"Müşterilerime dokunmayacaksın, tamirhanem hakkında hiçbir karar almayacaksın, Yavuz'u da rahat bırakacaksın," diye şartlandırdım.

"Sende uslu dur, o kurcaladığın bir Aston Martin," dedi ukala tavırlarla. Biliyoruz herhalde mal.

"O Aston Martin hakkında senden daha çok şey bildiğime dair iddiaya girerim," dedim havalı havalı ve ona sırtımı döndüm. Aptal Arkan nolucak. Sevimsiz antipatik.

Kapıdan çıkarken son kez ona döndüm ve, "Aksam görüşürüz," dedim en samimiyetsiz gülüşümü yüzüme yerleştirirken. Beklemediği bir şey dediğim için bir an afalladı.

Bekleme zaten.

Ben sana yapacağımı biliyorum.

Arıza tespitWhere stories live. Discover now