Cümlelerin Uzunluğu

24 3 0
                                    


     Yaşamış onca insanın arkasında bıraktığı farkındalıklar arasında en çok "yazmayı" beğeniyorum. Okumak ise çok daha gerilerde duruyor; çünkü benim için bir başkasının inandığı gerçekleri dinlemek, kendi inandıklarıma oranla daha fazla sıkıcı geliyor. Kafamın içinde dolaşan, tonlarca noktası olmayan cümleleri bir paragraf haline bile getiremezken, bir aşığın mektubunu akıcı bir şekilde okuyamıyorum. Gelin görün ki, dolaylı yoldan olsa da, ironik bir şekilde kitap yazmaya karar verdim. Uyuşuk ve tembel olmama rağmen, yazmaktan başka hiçbir şeye sahip olmadığım için yazmaya güvendim. Nasıl yazılacağını bilmiyorum, eğer fazla kitap okumuş olsaydım az çok aklımda bir şablon oluşabilirdi. Yazım ve dilbilgim o kadar iyi değildir; "-de"leri ve "-da"ları doğru düzgün bir şekilde kullanamayabilirim. Bunlar için özür dilemeyi düşündüm ama kendimi sizin fikirleriniz için değiştiremem. Zira bu kötü bir şey değil. Bir kelimeyi/eki eksik veya fazla yazmış olmam beni kötü bir insan yapmaz. Farazi bir yorum olduğunun farkındayım ama ben bunlara önem veren birisi değilim. Benim düşüncelerim, virgüllerin ve eklerin bol bol kullandığı bir kitapçıkla sunulmadı. Tekerleğin farkına varan sıradan bir mağara adamının sevinci sayesinde birkaç düşünceye sahibim. Ben, grip olduğu için ölen eşinin "ona" söylediği son sözleri hatırlayabiliyorum. On saat civarı çalışan bir işçinin mutsuzluğunu hissedebiliyorum. Bu insanlarla yazılı bir röportaj yaptığınızda, size modern bir dil ile cevap vermesini bekleyemezsiniz. Orada birer duygu vardır. Yaşanmış onca savaş, alınan tonla karar ve emek verilen sürüyle iş artık sadece tarih kitapları için yazılan makaleler olmaktan ibaret. Tabi bu makalede yer almak için önemli bir şahsiyet olmalısınız. Kendimi bildim bileli -yani yaklaşık birkaç milyar yıldır- yazdığım süre içerisinde, yazılarımda herkes hakkında konuştum. Okuyacak olursanız, genelleme yaparak konuştuğumu zannedebilirsiniz ama ben yazarken, sanki yaşayan her insanı adı ve lakabıyla işaret ediyor gibi hissediyorum.

     Bu önsöz yazısında, kitabımı neden yazdığımı çetrefilli yollara girmeden açıklamayı düşünmüştüm. Çokta fazla geçmeyen zaman eki. Bu konuya hafif giriş bölümü dâhil, kitabın tamamını gündelik yaşantımda kullandığım, kelime seçimi ve sıralaması daha kolay olan cümleler ile başlayıp ve hiç utanmadan bitirmiş olsaydım, sıkıntıdan patlamış olurdum. Uyandığım ve tekrar uyanmadan önceki hazırlığıma kadar geçen süre boyunca, insanlarla olan sözlü ve yazılı iletişimimde onların anlayacağı dilden konuşmak zorundayım. Ben, dolaylı ve uzun cümleler kurmaktan zevk alıyorum. Ağız ve el alışkanlığından dolayı bazı zamanlarda klişe kelimeler ve cümleyi kısa kesme tekniklerini, maalesef ki kendi sevdiğim jargon ile harmanladım; kitapta sıkça cümle ve anlatım şeklinin değişmesinin sebebi budur. Bu jargonu/konuşma tarzını, gündelik hayatta birkaç sefer -hatırlamadığım anlar liste dışı- kullanmaya kalkıştım; kullanmama sebebim sert bir şekilde yüzüme vuruldu. Bir insanın konuşma ve yazım tarzı, bilinen genel kitlenin biraz dışında olduğu zaman, neden "havalı gözükmeye çalıştığı" iddia ediliyor? Ben, bu konuşma ve yazım tarzım ile kendimi ifade ederken -veya çalışırken- daha fazla rahat ediyorum. Bazı kişilere göre bu, "havalı" olmaktan öteye geçemiyor ancak her cümlemin sonunda, tıpkı gündelik yaşantımdaki gibi küfür eklersem "küfürbaz" ve birazda "terbiyesiz" olarak nitelendirileceğim. İyiymiş. İnsanları dilleri ile yargılamayın; aslında insanları gereksiz kavramlara göre yargılamayın. Bir insan iyi konuşamaz, üslubu size göre yetersizdir hatta kullandığı kelimelerin kökeni, ait olduğu toprakların tarihine dayanmıyordur. Bunlara rağmen, bir mama ile sokak hayvanlarının kahramanı olabilir. İyiliği, gözlerimizle görebiliyorsak, sözlüklere ihtiyacımız yok.

     Anlattığım konuyu uzattığımı düşünebilirsiniz, ben bile sık sık yazarken bunu düşünürüm ama ben bir şair değilim. Onca meseleyi zaten içimde saklıyorum, bırakın cümleler uzun olsun. Tabi eğer benimle dışarıda tanışmış olsaydınız -ilk başlarda- neden konuşmadığımı merak ederdiniz. Kelimeleri kullanmaktan sakınmamı ya da sık sık yanlış kelime ve kelime öğelerini kullanmam size gülünç gelebilir. Bunun sebebi aslında çok basit; sizi tanımıyorum. Kafamda tasarladığım bir cümleye nasıl karşılık vereceğinizi bilmiyorum, bu yüzden sürekli hata yapıyorum; bir kelime veya hareket sonrası sizinle ilgili kafamda onlarca olasılık ve sonucu işliyorum. Ancak, beceriksizin teki olduğum için her zaman düşünemediğim olasılık gerçekleşiyor. Merhaba diye başladığım bir sohbete devam etmek istiyor musunuz? Ben insan sarrafı değilim, bunu bilemem. Bunu tamamen oluruna bırakabilirim ama yapmak istemiyorum; sürprizlerden pek hoşlanmam, bilinmeyenden nefret ederim. Sizi tanımalıyım ki, hangi kelimeleri kullanmam gerek, hangi konu hakkında nasıl bir ruh haliyle veya kendime ait olmayan tarzda bir yorum yapmam gerektiğini anlayabileyim. Şiddeti seven bir insana barışın getirdiği huzuru anlatmam. Sırf sizi düşündüğüm için yapıyorum tüm bunları; sizi fark etmeye çalışıyorum, anlamaya ve yorumlamaya odakladım kendimi. Ama hala bir insan sarrafı değilim bu yüzden hiçbir şey değişmiyor. Sürekli kendi kafamda kurduğum senaryo dâhilinde rolümü canlandırıyorum; tüm eleştirmenlerin yerin dibine soktuğu bir festival filminde başroldeyim. Eğer konuşmak yerine yazıyor olsaydık emin olun ki birkaç tane ödüle adaylığım olurdu. Zira kafamdan geçenleri benden beklediğiniz süreye sıkıştırmam zaman alıyor. Kafamda onca şey dolaşırken, birden bire bana saçma bir soru soruyorsunuz ve hiçte utanmadan yanıtını bekliyorsunuz. Ben o an başka bir şey düşünüyorum; evet, ne zaman kafamdan bir şeyler geçtiğini bilemezsiniz ama yine bir test yapın. Burada mısın? Hayır, değilim. Size ayak uydurmaktan sıkıldım. Cümlelerimi kısa ve öz tutamıyorum, uzatmak istiyorum, anlayın lan beni. Bu halimden memnun değilseniz bile umursamayın. Bu benim dilim. Zamanında başka bir topluluk tarafından "uydurulmuş" bazı çizgilerin daha modern halini kullanmayı beceremiyorum. Düşüncelerimi sınırlı sayıdaki harf ve kelime haznenize sığdıramıyorum; her konuşmamda elimde sözlükle dolaşamam. Mesele, birbirimizi anlamamak değil, anlamak için gayret göstermemek. Çünkü hep aynı soruları soruyoruz ve nitekim aynı cevapları alıyoruz. Karşımızdaki insanın o gün nasıl olduğunu, futbol maçının saat kaçta olacağını veya siyasetle ilgili başka saçmalıklar soruyoruz. Bunların hepsi formalite icabıdır; çoğunluk düşünmediği için bir şeyler üretemiyor. İlk balığın nasıl yüzme öğrendiğini neden kimse merak etmiyor? Saçma ve boş olduğundan mı yoksa bu bilgiyi kendi kendine üretmek zorluk çekmekten mi kaynaklanıyor?

To już koniec opublikowanych części.

⏰ Ostatnio Aktualizowane: Mar 21, 2019 ⏰

Dodaj to dzieło do Biblioteki, aby dostawać powiadomienia o nowych częściach!

Kafamın İçinde Turistik bi GeziOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz