ORMAN ve SİS

36 0 0
                                    


  Cengiz her köşesini çok iyi bildiği, hipodrom yanındaki haraların arasında temkinli bir şekilde ilerliyordu. Bir kulübenin ardına saklanıp etrafı gözledi. Gelen giden olmadığını görünce yerinden çıkıp, yarınki favori at olan Derebey'in harasına yaklaştı. Onu tanıyan at homurdanıp kişnedi. Fazla zamanı yoktu, göğüs hizasına gelen kapının sürgüsünü çekip, atın yanına girdi. Cebinden bir krem tüpü çıkartıp atın yakınına eğildi. At her zaman onu tımar eden ve toynaklarını kontrol eden adamı tanımıştı ki huysuzluk yapmadı. Kısa bir süre sonra at tedirgin olup tekrar homurdandı. Bunun üzerine Cengiz dikilip ardına baktı. Kimseyi görememişti ancak atın gerginliğinden huylanmıştı. İşini bitirmek için tekrar eğildiğinde arkasında bir hareketlenme hissetti. Başını çevirdiğinde bir insanın siluetini ve elindeki yukarı kalkmış küreği gördü. Küreğin metal yüzünde ay yansıdı. Bir anlık parlayan kürek Cengiz'in kafasına inmiş ve onu ışık diyarına götürmüştü.

Cengiz gözlerini kamaştıran bir ışık tünelinin içinde olduğunu düşündü. Neydi o ışık, bir türlü anlam veremedi, bakıyordu ancak göremiyordu. Bu durumdan çıkmak için koşmaya başladı. Ve işte yanılmamıştı, tünelin sonuna vardı. Neredeydi, neden gelmişti buraya kafasındaki sorular çoğalmaya başladı.

Haradaydı, çömelmiş yerde bir şeyler arıyordu. Samanların arasında kırmızı renkli krem tüpünü gördü. Buraya gelme sebebini anımsadı. Yanlış yere mi gelmişti acaba Derebey yerinde yoktu. Dışarı çıkıp bakma ihtiyacı hissetti. Dışarısını sis kaplamıştı. Uzakta bir atın karaltısını gördü, nal seslerinin beton zeminde çıkarttığı sesi işitti. Tanımıştı bu atı, Derebey'di bu, nasıl tanımasın yıllardır bu haralarda çalışmıştı. At nallamış, tımar etmiş, altlarını temizlemişti. Ve işte o heybetli at sisin derinliklerinde kaybolmak üzereydi. Peşinden koştu, yetişemedi. Derebey, haraları çevreleyen çitten çıkmıştı. Şimdi çim zeminde tırıs giden atın toynaklarının çıkardığı sesleri işitti.

Vazgeçmemeliydi bir görev almıştı, onu tamamlamalıydı. Krem tüpünü elinde sıkıca tutarak sisin içinde ilerledi. Kafasında soru işaretleri çoğalmaya başladı. "Bu atın kapısını kim açmıştı? Neden Derebey ondan kaçıyordu. Hâlbuki Derebey onu çok iyi tanıyordu. Öyle huysuz bir at da değildi. Bu sisli puslu havada nereye gidiyordu?"

Antrenman sahasını kapıları daardına kadar açıktı. Buradan otlaklara geçiliyordu. Uzaklarda gördüğükaraltının peşinden koşmaya başladı. Sis ve bulutlu gökyüzünden dolayı neredeolduğunu anlayamaz olmuştu. Sonunda nerede olduğunu anladı, otlakların sonunakadar gelmişti. Ormana açılan kapıları geçtiğinde yorgunluktan nefes nefesekalmıştı. Tökezleyip düştü ve öylece durup dinlendi. Uzaklardan Derebey'in kişnemesi duyuldu.Cengiz tekrar ayağa kalktı, koşmaya başladı. Ağaçların dalları, taşlar ve engebeliarazi onun ilerlemesini zorlaştırıyordu. Düşe kalka, yüzüne gözüne çarpandallara aldırmadan ilerledi. Dik bir tepeden yuvarlandı, kolu bacaklarısıyrıklarla doldu. Yaralar ve darbe alan uzuvları acımaya, sızlamaya başladı.Aldırmadı, kalkıp topallayarak ve kolunu tutarak ilerledi. Bedenindekiağrılardan çok susuzluk onu rahatsız etmeye başlamıştı. Sisin içinde yabanihayvanların seslerinin yanı sıra bir derenin şırıltılarını duydu. Derebey'in nallarının sesini duymadığını ozaman anladı. Fakat nedense tüm sesler birer birer kesildi.

 Derenin şırıltısı, kurbağaların sesi, ağustos böceklerin şarkısı, hatta rüzgârın çamyaprakların arasından geçerken çaldığı ıslık bile durmuştu. İçini bir korkukapladı. Sisin içinde yükselen ağaçlar tehditkâr bir şekilde dallarını onadoğru uzatmışlardı. Birilerinden yardım isteme ihtiyacı hissetti. Yaralıydı, yorgundu,kaybolmuştu, çaresizdi. Ardına dönüp baktığında bir ışık gördü. O ışığasığınabileceğini düşünerek yürüdü yürüdü. Sisin ardında beliren eve baktı. Taştaninşa edilmiş bu binanın pencereleri ahşaptı. Giriş kapısının üstünde de antikabir aydınlatma lambası vardı. Büyük ahşap kapının önünde durduğunda EMANETÇİ yazısınıokudu.    

SİSLER DİYARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin