"Beni öldürecek misin?" Cevap vermek yerine sadece gülmüştüm. Birini öldürmek. Sıkışıp kaldığım dünyada yapmakla görevli olmadığım tek şey bu olmalıydı.

Omuz silkerek eskimiş deri koltuğuma geçmiştim tekrardan. Gözlerimi kapatarak dışarıdan gelen sesleri dinledim. Bulunduğumuz pansiyondan hala insan sesleri yükselmekteydi. Oldukça kenar bir mahallenin oldukça kenar bir sokağında, oldukça vasat bir pansiyonda sabahlamak ilk tercihlerimin arasında değildi. En azından yatabiliyor olmayı tercih ederdim lakin çocuğun yattığı yatağın başımı koyabileceğim kadar hijyenik olmadığından emindim. Fuhuş evleriyle dolu olan bir sokakta karşımdaki çocuğu tutmanın tek iyi yanı güvenlik sorununun olmayışıydı. Pansiyondaki adam yanımdaki çocuğun küçük oluşunu ve ağlamaktan yüzünün çökmesini umursamamıştı bile. Kendinden yaşça küçük insanlardan faydalanan pislikleri görmeye alışkın olmalıydı. Sizi rahatlatmak için söyleyeyim, ben onlardan biri değilim.

Muhtemelen yan odalardan birinde kalanlar birbirleriyle kavga ediyordu. Gelen tiz kadının sesinden ve belli belirsiz seçilen kelimelerden bir fahişe ve onun müşterisinin ettiği kavga olduğunu anlamak güç değildi. Bu kaldığımız yer bile çocuğu korkutuyor olabilirdi. Odadaki tek güzel şey olan gramofona geçen gün şehir merkezinden aldığım plağı takarak en azından dışarıdan gelen sesleri biraz olsun kesebilmiştim. Çocuk çalmaya başlayan müzikle şaşırmış olmalıydı. Gözünde ne kadar kötü olduğumu bilmiyordum fakat sanırım ona göre kötü olan biri böyle şeyler dinlemiyordu.

Geçen birkaç kaç dakikanın ardından çocuk doğrularak sırtını yatağa yaslamış ve şarkıya eşlik etmeye başlamıştı. Güzel bir sesi vardı. Onun hakkında bildiğim şeylerden biri de müziğe ilgisinin olmasıydı. Belki de şu an en azından sevdiği bir şarkı çalarken ölecek olmanın iyi bir şey olduğunu düşünüyordu. Belki de düşündüğü şey, hiçbir şeydi. Ya da anlamsız herhangi bir şeyler.

Sözlere eşlik ederek ara sıra ağladığı bir saatin ardından komodinin üzerinde duran saat rahatsız edici bir şekilde çalmaya başladı. Her şeyin sonlanacağı saat nihayet geldiğinde rahatlamış adımlarımla saati kapatıp çocuğun yanına gittim. Bir süredir oluşan sırt ağrım bile geçmiş gibiydi.

Önce bacaklarındaki, sonra da ellerindeki ipleri çözerek geri çekildim. Bana şaşkınlık içinde bakmayı 9 saattir bırakmamıştı.

"Gidebilirsin." Demiştim, fakat sanki ona camdan atla demişim gibi suratıma baktı.

"G-gidebilir miyim?"

"İstersen kalabilirsin tabii, odanın ücretini peşin ödedim." Kendime ait eşyaları çantama koyarak odayı sanki buraya hiç uğramamış gibi bıraktığımdan emin olmuştum.

"Beni öldürmeyecek misin?"

"Seni öldürmeyeceğim ufaklık. Aksine, seni korumak için buradaydım ve görevim bittiği için şimdi de gidiyorum."

"Bu ne demek oluyor?" O dokuzuncu kurbandı ve bu kurbanların içinde biri bile mantıklı bir cevap almadan beni bırakmamıştı. İnanın her seferinde açıklamaktan yoruluyordunuz.

"Bu gece eğer seni kaçırmasaydım araba yarışına gidecektin. Üçüncü virajı alamayıp uçuruma yuvarlanacak ve saniyeler içinde ölecektin. Seni ölmekten kurtardım."

"B-bunu nereden biliyorsun?" Bilmemeyi tercih ederdim. Dağılmış ya da zaten her zaman dağınık olan saçlarımı geriye tarayarak hala yatakta oturan çocuğun ayakucuna eğilmiştim. Böyle durumlarda göz teması kurarak ne kadar ciddi olduğumu göstermek en iyisiydi.

"Bak Minhyuk. Şu an önemli olan bunu nereden bildiğim değil. Benim kim olduğum önemli değil, ya da seni neden kaçırdığım. Önemli olan benim sana bir ikinci şans olarak seni kurtarmaya gelmiş olmam, tamam mı? Bir daha o yarışlara katılmayacaksın. Eğer bunu yaparsan kader seni yeniden bulacak ve öleceksin."

RescuerOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz