"Öyleyse şöyle söyleyeyim, Mete beni biraz dolaştırıp arkadaşlarıyla tanıştırdı."

"Adı Mete demek. Bugün hiç konuştunuz mu peki?"

"Şey bugün de buluştuk aslında."

Arzu, ağzındaki suyu püskürtüyormuş gibi bir hamle yaptı. Ardından gözlerini pörtleterek konuşmaya başladı; "Bunları neden bilmiyorum ben?"

Bunun üzerine bugün ve önceki günle ilgili her şeyi Arzu'ya anlattım. Yarım saate yakın beni pür dikkat dinledikten ve çıtını çıkarmadıktan sonra tam yorum yapmaya başlayacaktı ki yetersiz sinyal işareti ekranı kapladı.

Arzu'yla ilgili bir problem olduğunu ve saat farkını da düşünerek bilgisayarımı kapatıp masamın üzerine yerleştirdim.

Gerçekten yapacak hiçbir şeyim olmadığını fark ettiğimde elime sevdiğim bir serinin üçüncü kitabını alıp yatağımda şekilden şekle girerken okumaya başladım.

Gözleri açtığımda az önce elimde olan kitap, vücut uzuvlarımın bir kısmıyla birlikte yerdeydi. Uyuyakaldığımda yataktan sarkmaktan ağrıyan kolumu tutarken saati kontrol ettim. Yaklaşık 3 buçuk saattir deliksiz uyumuştum. Tam tekrar yatağa girme düşüncesi aklımdan geçerken midemden insanlık dışı guruldama sesleri duyuldu. Tabii bütün gün doğru düzgün bir şey yememiştim, böyle bir tepki normaldi.

Saat oldukça geç olsa da Gizocan sınır tanımaz mottosuyla mutfağa yöneldim.

Kafanızda evi canlandırmak falan istiyorsanız şöyle anlatayım, en alt kat yani giriş, mutfak ve salondan oluşuyor. İkinci katta benim ve yıllardır gelmeyen misafirler için düzenlenmiş, "misafir odası" adı altında genelde hiçbir şey için kullanılmayan oda var. En üst katta ise annemlerin ve Gamze'nin -ablam oluyor kendisi- odası var.

Küçükken sürekli Gamze'nin ödevlerine falan bulaştığım için katımızı ayırmışlar. Beni üst kata alacaklarmış ama bende bir de üşengeçlik var tabii. O yüzden kat tamamen bana kalmıştı.

Gelelim tekrar bugüne, Hello Kitty'li şortu, pembe tshirtü ve dağınık ev topuzuyla buzdolabının önünde gözlerini kırpıştıran bir kız: Ben!

Buzdolabı doluydu, ama benim istediğim şeyler değil bir evin temel ihtiyaçlarıyla. Oflayarak tezgaha bakındım ama annemlerin akşam yemeği de pek cazip gelmiyordu. O sırada aklıma dünyadaki en pratik ve en lezzetli şeyi pişirmek geldi, MAKARNA!

Evet, öncelikle şunu belirtmeliyim ki küçüklüğümden beri profesyonel makarna gurmesi, 4-5 yıldır da profesyonel aşçısıyım. Şaka yapmıyorum, en sevdiğim yemek makarna ayrıca kendi soslarımın dışında da zevk almadan yiyemiyorum. Sevinçle suyu ısıtmak için hazırlıkları yaptım ve annemlerin iki kat yukarıdaki uykusunu etkilemeyecek olduğunu tahmin ettiğim müziği açtım.

Bir yandan makarnayı karıştırıyor, bir yandan da şarkıya oradan oraya zıplarken şarkıya eşlik ediyordum. Bana çocukluğumdan beri boşu boşuna gece insanı demiyorlardı, saat 10 dan sonraki enerjim gerçekten kayda değer.

Tekrar nakarat kısmı gelince kaşığı bırakıp bir dansçı edasıyla (!) o saatte yapabileceğim en çılgın dans hareketlerini mutfağın ortasında denemeye başladım.

Hakkımdaki saçma bir gerçek daha, şarkı söylerken sesim berbat çıkar ve dans etmeyi asla beceremem ama ikisi de yalnız kaldığımda yapmayı en çok sevdiğim şeylerdir.

Tam 'Kimse beni tutamaz' moduna girip makarnayı falan unutmuşken salonun cam kapısından bir ses geldi. Bir anda olduğum yerde kaldım. Gözlerim kocaman açılırken hiç ses çıkarmadan etrafı dinledim. Telefonumdan gelen kısık müzik sesi dışında hiçbir şey yoktu.

KUMSALDAKİ METEOR (raflarda)Where stories live. Discover now