"Bir şeyler yemen gerek. İki gündür ağzına bir şey sürmedin. Hasta olacaksın, bu halin beni üzüyor."

Yutkunup, derin bir nefes aldım.

"Canım bir şey istemiyor."

"Güzelim bak, biliyorum. Hiç kolay şeyler yaşamadık. Benim yüzümden kötü şeyler yaşadın, kötü şeylere şahit oldun. Şimdi de... Benim için aileni karşına aldın. Belki bizi daha kötü günler bekliyor, belki şu an bana kızgınsın da, damdan düşer gibi seni bu evliliğe zor-"

"Beni hiçbir şeye zorlamadın sen. Ben yaptığım her şeyi bile isteye yaptım. Ama..." boğazımın kuruduğunu hissederek yutkundum. Aynı zamanda gözlerim de dolmuş her an akmayı bekleyen göz yaşları ile cebelleşmeye başlamıştım.

"Babamın beni evlatlıktan reddetmesini beklemiyordum Ezra. Kendimi kışın ortasında çırılçıplak kalmış gibi hissediyorum. Kanatları altına sığınacağım bir babam yok artık."

Ve ilk damla firar ediyordu gözlerimden. Hemen ardından da diğerleri... Hücuma geçmiş askerler gibi peşi sıra ilerliyorlardı. Arkalarından bir de hıçkırık koptu dudaklarımdan, savaş meydanına atılmış el bombası gibiydi. Paramparça etti içimi.

"Ağlama." mümkünmüş gibi daha fazla ağlamaya başladım. "Hay ben bana... Hira, ağlama. Lütfen. Sen ağladıkca ben kahroluyorum görmüyor musun güzelim !"

Ezra kollarını omzuma sarıp beni sıkı sıkı sararken, usulca sığındım. Buradan başka gidecek yerim kalmamıştı. Bu evden, bu kollardan başka sığınacak yerim yuvam kalmamıştı.

"Şimdi odana çıkıp güzel bir duş alıyorsun, sonra seninle güzel bir kahvaltı yapıyoruz." Ezra'ya itiraz etmek için ağzımı açmıştım ki dudaklarıma saniyelik bir öpücük bırakıp geri çekildi. "Sus. İtiraz istemiyorum. Hadi küçük hanım."

Oturduğum yerden zorla kalkıp paytak adımlarla odama doğru ilerledim. Merdivenleri çıkıp odama girdikten sonra kendimi duşa attım. Suyun tüm berraklığı tenime değerken tek istediğimi beraberinde tüm sıkıntılarımıda alıp gitmesiydi. Ama ne yazık ki su tenimden kayıp gidiyor, zaman hayatımdan akıp gidiyor, dertler bedenimden akıp gitmiyordu. Yüreğimin en derinine çapa atmış öylece içimde duruyordu.

Ezrayı bekletmemek için oyalanmadan kısa bir duş alıp banyodan çıktım. İç çamaşırlarımı ve yarım atletiyle takım olan şortlu eşorfmanımı giyip saçlarımı gelişi güzel taradım. Bir anlığına aynadaki halimle göz göze geldim. Gözlerimin altı ağlamaktan az şişmiş ve uykusuzluktan morarmıştı. Bakışlarımı aynadan çekip masanın üzerine çevirdiğimde onu gördüm. Evlilik cüzdanımız...

İçimde oluşan buruk mutluluğa engel olamazken, istemsizce gülümsedim. Her şeye ve herkese rağmen onun karısı olmak... Belki de kendimi teselli ettiğim tek şey buydu. Ben artık Ezra Erdem'in karısıydım. İşte bu kelimelerdi acımı az da olsa dindiren.

Odamdan çıkıp salona girdiğimde masanın üzerinin boş olması ile kahvaltının bahçeye hazırlandığını anladım. Sarsak adımlarla bahçeye çıktığımda güneş tüm göz alıcılığıyla etrafı aydınlatıyordu. Ağlamaktan hassaslaşan gözlerim acıyınca elimi gözlerime siper edip yüzümü buruşturdum. O esnada arkamdan belime dolanan ellerle irkildim.

"Gözlerin çok acıyor mu ?" Sesi dudaklarının saçlarımın arasında olmasından dolayı boğuk çıkmıştı.

"Çok değil." dedim elimi gözümden çekerken. Cevap vermek yerine derin bir nefes aldı. Nedense o esnada gözlerini kapattığını da hissetmiştim. Kolları arasında dönerek yüz yüze gelmemizi sağladım. Sağ elim usulca yanağını buldu. Gözlerimle tüm yüzünü santim santim tararken, usulca okşadım yanağını. Kirli sakalı elime hafif hafif batıyor, çok da hoşuma gidiyordu.

ŞebefruzWhere stories live. Discover now