"Şey, peki senin kardeşin var mı?" diye sordu.

"Evet, ablam var" dedim.

"O da burada mı?"

"Hayır o arkadaşlarıyla yurt dışında" Evet, yine beni dışlayıp yurtdışına giden bir insan daha... Kaderimde vardı galiba. Tam bunu düşünürken gözünü yoldan ayıran Mete'yle göz göze geldim.

Kaderime yüklenmesem daha iyi olurdu aslında, o kadar da fena gitmiyordu sonuçta...

"Tamam öyleyse, bir soru da benden." dedi komik bir şey söylemiş gibi sırıtarak. "Çilek mi çikolata mı?" Beklenmedik bir şekilde gelen soruya karşılık cevabım çoktan hazırdı.

"Tabii ki çikolata! Kim çikolata yerine çileği seçer ki?"

"Kızlar" dedi çok belirgin bir şey söylemiş gibi kaşlarını çatarak.

"Saçmalama! Öyle bir şey varsa ırkımı sorgularım..." dedim inanmayarak.

"Şuraya otursana" dedi gölgedeki bir bankı işaret ederek.

"Neden?" Gözlerimi kısıp bu hamlesinde şeytani bir şey aradım. Ay bişeyi de sorma Gizem, sus Gizem, konuşma Gizem...

"Çok soru sorma, otur işte" Açıkçası çok da karşı çıkacak havamda değildim, ikiletmeden oturdum.

"Gözlerini de kapat"

"O niyeymiş?"

"Soru sormasan ölürsün dimi, kapat diyorsam kapat"

"Ay of peki" dedim ve kapattım.

"Şimdi tam 3 dakika boyunca gözlerini açma" Cevap vermedim, şimdiden gözkapaklarım zonkluyordu.

"Tamam mı?" diye sordu ben cevap vermeyince.

"Tamam" dedim kafamı sallayarak ve içimden saymaya başladım.

İçimden saymaya başladıktan tam 178 saniye sonra;

"Hey, gözlerini açabilirsin" cidden dakikti.

Gözlerimi açtığımda MeteOR yanımda oturuyordu, iki elinde de dondurma vardı. Bana doğru uzattığı külah da aynı kendisininki gibi devasa çikolata parçacıklıydı. Keyifle gülümsedim ve kendiminkini elinden kaptım.

Dondurmanın tadı tek kelimeyle muhteşemdi. Öyle her yerden aldığınız dondurmalara benzemiyordu, sanki içinde çikolatadan farklı bir şey vardı. Elimdeki karışımın tadına bakmadan ölmek gerçekten büyük bir hata olurdu.

"Ya dondurma sevmiyor olsaydım?" dedim dondurmamı yalarken.

"Herkes dondurma sever." O ise kendisininkinden büyük bir parça ısırdı.

"Ya ben sevmiyor olsaydım?" diye üsteledim.

"O zaman hepsini ben yerdim" dedi alaycı bir şekilde gülümseyerek. Bir süre oturup ellerimize tuttuğumuz dünyanın 8. harikalarına odaklandık. Ben daha 1. topun sonuna gelemeden Mete dondurmasını bitirmişti.

"Beğenmedin mi?" diye sordu.

"Hayır, bugüne kadar yediklerimin hepsinden daha güzeldi. Neden ki?"

"E doğru düzgün yemiyorsun..."

"Yiyorum" dedim gözlerimi kısarak.

"Bir parça bile almadın, yalayıp duruyosun"

"Haa onu mu diyosun, ben dondurmayı ısıramam ki" dedim bir köpek gibi yalamaya devam ederek. Hayatım cidden koca bir rezillikti.

"Neden?" diye sordu dünyadaki en tuhaf şeyi söylemişim gibi.

"Çünkü soğuk" dedim aynı 'aksi olamaz' tavrıyla. Mete, ciddi olup olmadığımı kontrol etmek için gözlerime baktı ve gülmeye başladı.

"Amaç da bu" dedi gülerek. "Yardım etmemi ister misin?"

Bitiremeyeceğimi biliyordum bu yüzden paylaşmanın sakıncası olmayacağına karar verdim. Ani bir hareketle külahı nerdeyse onun gözüne sokarak yemesi için uzattım. Eğildi, gözlerini gözlerimden ayırmadan dondurmayı yalamaya başladı. Sonra da dondurma reklamlarında olduğu gibi dondurmadan büyük bir parça ısırdı. Ardından dudaklarını yalayıp gülümsedi.

Ben kaşlarımı kaldırmış ona bakarken; "Öylesine bir soru, hala etkilenmediğini söyleyebilir misin?"

Bu kez kahkahalara boğuldum. Şaşırması sırası ondaydı. "Ne var?" dedi, kaşlarını kaldırmıştı.

Cevap almak için kahkahalarımın dinmesini beklemek zorunda kaldı. "Burnunda dondurma var zeki şey, karizmatik olmaya çalışırken biraz tedbirli olsan iyi olur."

Bozulmuş olduğunu belli eden bir yüz ifadesiyle, az önce hızla külahı dibine sokmamın meyvesi olan dondurma parçasını burnunun tam ortasından sildi. O haliyle yavru bir köpeğe falan benziyordu. Külahı tekrar kendi önüme çektim.

"Yuh hepsini bitirmişsin." Gerçi öyle büyük bir külah getirmişti ki tadı ne kadar güzel olursa olsun içim dışım dondurma olmuştu. "Iyy her tarafını da yalamışsın zaten, sende kalsın." Üzerimde bir şey varmış gibi şortumu silkeledim ve çantamı kaptım. Ardından hâlâ suskun olan Mete'ye dönüp yolu işaret ettim.

"Gelmiyosan ben yolu bulurum." dedim arkamı dönüp geldiğimiz yönün aksine yürümeye başlayarak. Sözlerim %1500 blöften ibaretti ama bu taktik her zaman işe yarardı.

Tecrübe...

4. adımdan sonra arkamdan oldukça tanıdık erkek sesinin sövmesini ve çöp kutusuna atılan bir şeyin sesini duydum. 3 saniye kadar sonra birisi hafifçe kolumu tuttu. MeteOR

"Nereye kızım ya, yavaş biraz" dedi ve adımlarıma ayak uydurdu.

Bir süre öyle yürüdük.

"Soruma hâlâ cevap vermedin." dedi alaycı bir gülümsemeyle, benimle göz teması kurmaya çalışırken.

"Hangisi?" dedim hangi soru olduğunu gayet de iyi bilmeme rağmen.

"Etkilenip etkilenmediğin sorusu," dedi kendini beğenmiş bir ifadeyle "Gerçi cevap vermene gerek yok, etkilenmekte haklısın. Senin suçun değil..." Ve lanet olası egoist bana göz kırptı.

"Mete sen arabaya falan nasıl biniyosun?"

"Ne alakası var?"

"Egon sığıyo mu diye merak ettim de"

"İğrençsin" dedi esprimi kastederek.

"Senin kadar değil" Yapmacık bir gülümsemeyle cevap verdim.

Bir süre öylece durduk ve yürümeye devam etti.

"Keşif turu bu kadar mı?" diye sordum.

"Bir düşünelim, tabii ki hayır. Kaçırdığın o kadar çok şey var ki nereden başlayacağımı bilemiyorum!" Tekrar eğlenceli moduna dönmüştü, böylesi ikimiz için de daha sağlıklıydı.

"Tamam o zaman, peki yüzecek miyiz?"

"Elbette bayan hilebaz, ve inan bana bugün tek bir kazanan olacak."

"Ah, iltifatlarınla nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum." dedim sözlerini üzerime alınmış gibi davranarak.

Güldü. "Cidden tuhaf bir kızsın" Tekrar beni baştan aşağıya süzmeye başladı.

"Haha sen daha tuhaf tarafımla tanışmadın." dedim ve yüzümdeki aptal gülümsemeyle yürümeye devam ettim.

KUMSALDAKİ METEOR (raflarda)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin