JYİ•27

11.4K 1.5K 560
                                    

YN: BÖLÜM BAŞTAN SONA DUA'NIN KONUŞMASIDIR.

Ben tedavinin bir parçası mıyım?Yoksa hastalığın mı?

Hoppla! Dieses Bild entspricht nicht unseren inhaltlichen Richtlinien. Um mit dem Veröffentlichen fortfahren zu können, entferne es bitte oder lade ein anderes Bild hoch.

Ben tedavinin bir parçası mıyım?
Yoksa hastalığın mı?

"İşin en ince ayrıntısına inersem; Yârim üç yaşlarındayken annem vücudunda esrarengiz morluklar fark etmiş. Üstünü değiştirirken gördüğü mor lekelerin üzerinde o an çok durmamış. Onu yıkarken morlukların geçmek yerine daha da çoğaldığını görünce işin rengi değişmiş tabi. Acıyıp acımadığını sorduğunda her seferinde "Acıyorlar anne." cevabını almış. Sebebini öğrenmek için hastaneye gittiklerinde doktorlar teşhisi teyit etmek için kemik iliği aspirasyonu yapmışlar. O yaşlarda böyle belirtiler gösteren çocuklara yaptıkları gibi. Yârim'e Akut Lenfoid Lösemi teşhisi üç yaşındayken konulmuş.

Sadece... üç yaşında.

Bu çok zor. Kanser kelimesini duymak bile insanın kanını donduruyorken böyle bir hastalığa yakalanmak... Annemi ve babamın durumunu düşününce... Çok korkunç. Sahip oldukları tek çocukları kanser... Neler yaşadıklarını tahmin bile edemem. Ben onun hasta olduğunu beş yaşındayken kavramıştım. Dışarı da diğer çocuklar gibi oyun oynamak için yeri göğü inleterek ağlıyordum. Sonunda bana izin verdiler ama Yârim de gelsin istedim. Başta izin vermedikleri için daha hırçınlaştım. Sonunda annem beni bir köşeye çekip "O hasta. Dışarı çıkarsa ölür." Demişti. Tüm saflığımla "Ölmek ne demek ki?" Diye sormuştum. Annemin bana sarıldığını ve "Çok uzaklara gitmek, Dua. Bir daha onu hiç görememek." Dediğini hatırlıyorum. Onu bir daha göremem ihtimali beni kilitledi. Beş yaşındaki ben o an tüm iğnelerden, ilaçlardan, beyaz önlüklü adamlardan korkmaya başladı. Bir daha dışarı çıkmak için ağlamadı ve kanser kelimesi pamuk şekerinden önce beynine kazındı.

Ah...
Özür dilerim.
Ağlamak istemiyorum.
Ama engel olamıyorum.
Bir dakika... Evet...
İyiyim...

Teşhis sonrası bizimkiler tedaviye hemen başlanmasını istediğinde Doktor Allojenik donür bulunması gerektiğini söylemiş. Lösemilerde allojenik kemik iliği nakli ön planda oluyor. Ancak hastaların sadece yüzde 30'u sağlıklı ve tam uyumlu bir donöre sahip oluyor. Uygun donör olmadığı zaman tedavide iki seçenek bulunuyor. Birincisi yurt içi ve yurt dışı kemik iliği bankalarından uygun bir donör bulmak, ikincisi ise yarı uyumlu kemik iliği nakli yani haploidentik nakil yapmak. Anne, baba, çocuk ya da kardeş yarı uyumlu donör oluyor. Ne yazık ki Yârim için anne ve babam uyumlu değildi. Başka çocukları da yoktu. Yârim o zamanlar tek çocuktu. Evet, evet burada devreye ben gireceğim ama bir sorun var. Anne ve babam birlikteliklerinin sekizinci yılında Yârim'e sahip olmuşlar. Geç gelen bir bebekmiş, Yârim. Çocukları olmuyormuş ve Yârim bir mucizeymiş. Babam hep öyle söyler. Sonrasında korkunç bir şey olmuş. Doğumdan sonra kesilmeyen ve ağrılı kanamalar yüzünden annemin rahmini almak zorunda kalmışlar. O zaman en doğru karar buymuş. Yoksa annem de ölebilirmiş. Tabi ki de en doğru şeyi yapmışlar. Nerden bilebilirlerdi ki kızlarının kanser olup başka bir çocuğa daha ihtiyaçları olacağını... bilemezlerdi...

Ah...
Bunu... hatırlamak kalbimi acıtıyor.
Üzgünüm, sürekli ağlıyorum.
Ama akmalarına engel olamıyorum.

Ben bir mucize değilim. Rahmi olmayan bir kadından dünyaya gelmedim. Her şey çok basit. Yârim ile annelerimiz bir değil. Bu kadar.

Benim biyolojik taşıyıcı bir annem var. Tuhaf... geliyor olmalı. Ama Avrupa ülkelerinde taşıyıcı anneler çok yaygın. Bununla övünmüyorum elbette. Ama ben buyum. Hiç tanımadığım, görmediğim bir kadından dünyaya geldim. Bu gerçeği sekiz yaşındayken öğrendim. Çok ani ve can yakıcıydı. Yârim onunla oynamadığım için bana kızmıştı. Her hasta çocuk gibi her dediği yapıldığı için istediği olmadığı zaman başka birine dönüşürdü. Kızgınlıkla bana onun kardeşi olmadığımı, annemin kim olduğunun bilinmediğini söylemişti. Çok korktuğumu hatırlıyorum. Kaybolmuş gibi hissettim... bir anda annesiz kalmıştım... Sonra bana bir şeyler anlattılar. Sekiz yaşındayken çok kavrayamamış olmalıyım. Büyürken yavaş yavaş sindirdiğim acı bir gerçekti. Sonrasında her şey yabancılaşmıştı. Anne diye sarıldığım kadının kolları soğudu. Tamamen içime döndüm.

Ben soğuk bir laboratuvar ortamında üretildim. Çünkü başka bir türlü ilişkinin ihtimali yoktu. Aynı zamanda tüp bebek oluyorum. Babamdan alınması gerekenler alındı ve taşıyacak kişinin rahmine konuldu. Sekiz ay boyunca, ben sekiz aylıkken doğmuşum, taşıyıcı anneye ve karnındaki bebeğe iyi bakılmış.

Yârim ile aramızda mükemmel doku uyumu yakalandı.

Lökosit... Ya da kök hücre bilemedik kemik iliği lazımsa benden alırlar. Beyaz kan hücresi üretimi için ben yardım ederim. Bunun ne demek olduğunu bilmediğine eminim.

Bebekken ona kordon kanımı verdim. Bunu kesinlikle hatırlamıyorum ama gurur duyuyorum. Genlerim onda remisyon sağladığında hastalığı nüksettiğinde benden lenfosit aldılar. Olumlu olmadığı için iliğimi verdim. Enfeksiyon kaptığında benden granülasit aldılar. Tekrar nüksettiğinde periferal kan kök hücrelerimi bağışladım. Başka, başka...

Ah, ağlamayacaktım.
Ağlamak istemiyorum.

Böyle de gülmek çok zor be. G-güçlü görünmek istiyorum. Olmak zorundayım. Ah... Zorundayım. Bu hikayeyi daha önce hiç sesli anlatmamıştım. Tekrar kanser olduğunu unutamıyorum. Tekrar nüksetmemeliydi. Öyle demişlerdi.

"Başardın! Artık tamamen sağlıklısın!" Demişlerdi. "Koşup oynayabilirsiniz! Arkadaş edinebilir, aşık olabilirsiniz!"

Yeni başlangıç adına üç ay içinde Türkiye'ye taşındık biz. Her şey o kadar yolundaydı ki tekrar nasıl tepe taklak oldu fark edemedim bile.

Sana kaptırdım kendimi... O da Yağız'a...

İlik naklinden sonraki ağrıları hala hissediyorum. Her şeyin tekrar nüksettiğini düşünmek beni korkutuyor. Kollarımdaki bu morlukların sebebi daha fazla beyaz kan hücresi üretmek için yapılan iğnelerinin etkisi yüzünden... Hasta değilim. Ama olabileceğim gerçeği ile yaşıyorum. Bunu söylemek istemiyorum... Ama senden saklamayacağım. Hasta olabilirim. Şu an olmadığım hiç olmayacağım anlamına gelmiyor.

Yârim Almanya'daki doktorunun burada anlaşmalı olduğu Türk doktorun muayenelerine hep kendi gitti. Çünkü reşit ve büyüdüğünü hissetmek istediğini söyledi. Saygı duymuştuk. Hastalığının tekrar nüksettiğini bizden gizleyeceğini bilemedik. Fark etmeliydik ama. Bu denli zayıflaması, akşamki burun kanamaları... Nasıl fark etmeyiz? Bu bizi nasıl bir aile yapar? Annemden babamdan sakladı da benden nasıl saklar?

Karaciğerinin şimdilik küçük bir kısmı hastalıklıymış. Bulguların tekrar çıkmasının nedeni araştırılıyor. Hedefe yönelik ilaç tedavisi uygulanacak.

Tekrar yeneceğine inanıyorum. Eğer isterse kalbimi verebilirim, İlhan Berk. Yemin ederim. Beyaz kan hücresi veya ilik mühim değil. Ona kalbimi veririm. Dünyada olmamın sebebi O. Bunun ne demek olduğunu biliyorsun değil mi? Onun hastalığı. Aman Allah'ım! Bununla baş edemiyorum. Çünkü eğer o hasta olmasaydı ben hiç olmayacaktım. Düşünsene zaten çocukları olmuyordu, olmayacaktı. Beni hiçbir zaman istemediler. Bu nasıl bir durum? Bununla yaşamaya alışmaya çalışıyorum. Alışmış olmam gerekirdi. Ama... ama... canım çok yanıyor. Bazen sadece bazen ölmek istiyorum. Yaşamak istemiyorum. Sonrasında Yârim bana gülümsüyor ve bu dünyaya neden gönderildiğimi hatırlıyorum. Benim bir amacım var. Bencillik etmek istemiyorum. Edemem. Onun sayesinde geldiğim bu hayatta onunla beraber yaşamak istiyorum. Onu yaşatmak istiyorum. Ne pahasına olursa olsun."

juliet yaşamak istiyorWo Geschichten leben. Entdecke jetzt