13 • 'Sherlock Holmes'

En başından başla
                                    

Kaşları anında çatıldı. "Doğru. Onu burada döversem bu senin içinmiş gibi görünür. Ben onu daha uygun bir zamanda da döverim. Gidelim hadi!" Elimdeki çantayı kapıp ocağı kapattı ve kapıya yürüdü. Ben de eve aldıklarımdan bir çanta hazırlayıp bagaja koydum.

Arabada geçen yolculuğumuz boyunca tek ses çıkarmadı. Arabayı Mogan Gölünün piknik alanının park yerinde durdurduğumda başı en sonunda bana doğru döndü. "Yine aynı soruyla baş başayız. Neden buradayız? Niçin buraya geldik? Buraya gelmemizdeki amaç..."

"Piknik yapacağız," diye sözünü kestim. Yoksa bu böyle devam edip giderdi.

"Biz öğrenciyiz, bilmem farkında mısın?" diye sordu. "Ve benim saat 1'de dersim var."

"Benim de," dedim. "O zamana kadar bir kaç saatimiz var. Unutma bugün ne söylersem..."

Gözlerini devirip "Yapmak zorundayım," diye beni tamamladı. Arabadan aşağı indiğinde gözleri Mogan Gölünün manzarasıyla bir süre oyalandı. Yeşim gözlerinin parlamasından anladığım kadarıyla suyu seviyordu. Tabii doğayı da.

Beton yapılardan sonra en sonunda biraz yeşillik görmek bana da iyi hissettirmişti. Şansımıza hava bugün güneşliydi. Kalabalık piknik alanlarında koşturan çocuklar ve gülüşen insanlar vardı. Kamelyaların her biri dolu doluydu ve herkesin neşesi görülmeye değerdi. Havada yoğun bir şekilde mangal kokusu vardı. Bu da bana ne kadar aç olduğumu bir kez daha hissettirdi. Asi'nin de öyle olduğunu sorduğu soruyla anladım.

"Ee!" dedi bana dönerek. "Piknik için alışveriş yaptın mı? Çünkü sen pek yenecek gibi durmuyorsun."

"Tadıma bakmadın daha, bence peşin konuşma."

Ağzı bir karış açılırken gülüp ona göz kırptım. Bagajdan hazırladığım çantayı çıkarırken "Sapık herif!" diye söylendiğini duydum ve tekrar güldüm. Evden aldıklarımda mangallık bir malzeme yoktu belki ama açık havada kahvaltı edebilirdik. Zaten mangaldan da pek anlamazdım. Bizde mangal işleri dayımdan sorulurdu.

Boş bir kamelya bulup yerleşene kadar biraz uğraşmıştık. Sanki tüm Gölbaşı halkının bugün piknik yapacağı tutmuştu. Asi çantayı açıp yine masayı hazırlamaya girişirken ben biraz işim olduğunu söyleyerek uzaklaşmıştım. Bana ters ters baksa da üzerinde durmamıştı. Bir kaç piknik sakiniyle ahbap olsam da en sonunda aradığımı bulmuş ve birinden bir çay termosunu 100 lira vererek alabilmiştim. Çok cömert olduklarından(!) iki bardağı da kibarlık edip vermişlerdi. Asi çay tiryakisiydi ve sabah da çayını içememişti. Eh! Biraz jest yapmanın kime ne zararı olurdu ki?

Kamelyaya ilerlediğimde Asi çoktan masayı donatmıştı. Becerikli bir kız olduğunu zaten dolma yaptığı gün anlamıştım ama yine de buna her seferinde şaşırmadan edemiyordum. Beni gördüğünde "Nerelerdeydin?" diye imayla sordu. "Karı kız kesmiyordun değil mi?"

"Kestim." dedim sırıtarak. "Ama buralarda koyacak bir buzdolabı bulamadım."

Ağzına bir zeytin atarken yaptığım espriye karşı yüzünü buruşturdu. "İğrençti."

"Senden öğrendim."

Elimdeki termosu fark ettiğinde gözleriyle onu işaret edip bu kez, "O ne?" diye sordu.

Termosu kaldırıp "Roket," dedim. "Belli olmuyor mu? Hava açık, uzaya fırlatırız diye düşünmüştüm. Bizim için de anı olur hem. İstersen üzerine isimlerimizin baş harfini de kazırız."

Masadan bir bıçak aldı ve kendine doğrultup saplıyormuş gibi yaptı. "Yeter! Kendimi öldüreceğim artık."

Gülerek yanına yürüyüp termosu ve bardakları önüne bıraktım. "Çay. Sonra kriz falan geçirirsin. Seninle uğraşamam."

KÜFÜR YOK! Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin