4 ❦ yara bandı satmayan eczaneci

Start from the beginning
                                    

"Allah seni kahretmesin!"

Kısık sesimle ona hakaretler yağdırmaya başladığımda sıramın üzerindeki silgiyi ona fırlattım. Silgi tam kafasına denk geldiğinde küçük çaplı bir çığlık attı ve hocanın bakışları bize döndü. "Ne oluyor orada?"

"Hiç bir şey hocam." diyerek özür diledim ve Kristina'ya öfke dolu bakışlarımı çevirdim.

"Ver silgiyi Allah'ın mutant beyinli özürlüsü." Silgiyi elinden sertçe alarak koyu siyah halkaları silmeye çalıştım. Aslında kağıda kafa göz dalmıştım elimdeki silgiyle.

"Senin zekana güveneceğime gidip bir litre radyoaktif maddelerle karıştırılmış su içerim, hayatta kalma şansım daha fazla olur."

Aslında Kristina zekiydi. Ama sözel dersleri sayısala oranla biraz yetersizdi. Bu yüzden tarih konusunda ona güvenemiyordum.

Hayatımda tek eksik olan şey, Kristina'nın bana trip atarak Hoca'dan aldığı izinle ön sıralara geçmesiydi. Hayatımı özetleyen ve her zerresine sıkıştırdığım sıkıntılı bir nefesi ağzımın içinde yuvarlayıp tekrardan dışarı verdim.

Elimdeki silgiyi ön sıralarda oturan Kristina'ya hırçınla fırlattım. Tamam anladım bozuldun ama neden gidip kankandan uzak köşede oturuyordun ki tam sınav vakti. Aklı sıra onu aşağıladığım için bana trip atıyordu. Silgi tam kafasına denk geldiği için acıyla saçlarını ovuşturup öfkeli bakışlarını benden tarafa çevirdi. Sınıf çok fazla sessiz sakindi. Tabii ki, sakin olacaktı. Dağ gibi Selim Hocanın tarih sınavı vardı çünkü.

"Soru 5" diyerek ellerimi dudaklarımın yanına yaslayıp bağırdım. Aniden bütün sınıfın ve Selim Hocanın bakışları bana dönmüştü.

Aklına tüküreyim Erva!

"Erva ne yapıyorsun?" Selim Hoca'nın sert sesini algıladığımda ona dönerek gülümsedim. "Hiç hocam iyidir. Siz ne yapıyorsunuz?"

"Ya sabır!" Ellerini havaya kaldırıp, bakışlarını tavana dikerek Allah'tan sabır dilendikten sonra ölümcül bakışlarını tekrardan bana sabitlemişti. "Bir daha yakalarsam koca bir sıfır alırsın Gökduvar."

Selim Hoca sıraların arasında gezinmeye başladığında sıkıntıyla derin bir nefesi alıp burnumun ucundaki gözlüğümü yukarı ittim. "Bor doho yokolorsom koco bor sofor olorson GÖKDUVAR." Bak bak bak havalara bak. Meymenetsiz. Tabii bunları içimden söylemiştim. Sessiz bir sınıfta Hoca'nın arkasından konuşmak hiç akıl karı değildi çünkü.

"Evde kalmış mutant beyinli su aygırı." diyerek Hocaya içimden bildiğim tüm kötü kavramları saydırmıştım. Hocasın bir de yani, ne olacaktı ki birazını kopya çekseydim? Hayır yani ne olacaktı? Biryerlerine birşeyler mi girecekti anlamıyorum.

Hocayla içimden uğraştığım vakti soruları okuyarak geçirseydim belkide sınav kağıdını doldurmuştum bile ama saksı boşken bir kağıt nasıl dolardı ki?

"Hale, şşt kız Hale." Yan sıramda oturan Hale'ye seslenmeye başladığımda duygusuz bakışları beni bulmuştu. "Bir el atsan, şu Arapça sorular beni çarpacak yoksa." Hale yeşil antenli uzaylı görmüş gibi bana bakmaya başladığında ona en tatlı bakışlarımdan atmıştım.

Daha sonra cazibeme dayanamayıp konuştu. "Soru beş cevap C." Hemen kağıdımdaki soru beşin C şıkkını karaladım ve tekrardan Hale'ye döndüm.

"Altı?"

"C"

"Yedi?"

"C" demesiyle aniden tek kaşımı kaldırıp kuşkuyla ona baktım. Yalan söylüyordu mendebur. Üç şık art arda C gelemezdi. Bu sınav düzeninin altın kurallarından biriydi çünkü. "Emin misin? Cevabı nereden buldun?" Hale gözlerini devirip önüne döndü.

taç yaprağıWhere stories live. Discover now