Kalleşliğin Yarası

6.5K 652 595
                                    

Sessizce kafasını yastıktan kaldıran Aziz, gözünü açar açmaz ilk yaptığı şey olan telefonuna odaklandı. Günlerdir bu hâldeydi, Mühür'den tek bir haber bile alamıyordu. İçinden bir ses sürekli bitti diyordu. Elinde olsa, o sesin geldiği yeri söküp atmak istercesine kendiyle kavga hâlindeydi. Kabullenmek istemeyen yanı neyse ki inatçıydı. Kaç kez aradığının, kaç kez kafenin kapısını arşınladığının, kaç mesaj bıraktığının hesabı yoktu. Çaresizliği büyüdükçe rakamlar önemini yitiriyordu. Her gün yeni bir umuttu.

Sarı kızını Cemo ve Cemil Usta'nın maharetli ellerine teslim etmişti. Bu yüzden de günlerdir gündüzleri taksiye çıkamıyordu. Geceleri duraktaki arkadaşlarının taksilerini alıp masrafları çıkarmak için işe çıkıyordu. Sabaha kadar çalışmanın verdiği yorgunlukla da gündüz kafasını yastıktan kaldırması neredeyse akşamı buluyordu.

Yataktan kalkıp banyoya doğru ağır adımlarla yol aldı. Beyni uzuvlarına hükmetmiyordu. Yorulmuştu. Hızlıca aldığı ılık bir duşun ardından aynanın karşısına geçti. Yüzü, önceki günlere göre daha iyi durumdaydı. Yaraları iyileşmişti, gerçi Fiko'nun bu kavga işlerindeki marifeti sorgulanması gereken detaylar arasındaydı ya neyse. Haberi kulağına geliyordu. Fiko ortalıkta deli gibi Tülay'ı arıyordu. Bir de taksiye verdiği hasarı orada burada böbürlene böbürlene anlatmayı da kendisine bir görev edinmişti sanki. Aziz bunların hiçbirini umursamıyordu. Şu an Aziz için önemli olan tek şey, taksisine ve Mühür'e bir an önce kavuşmaktı.

Üzerine birkaç parça bir şey giyinip hızlıca evden çıktı.

                                                                                          ***

"Hayırlı işler Salih abi, yaz bitti tezgâhların da neşesi gitti bakıyom... Gene kaldın mı bir portakal bir elmaya?" Tezgâha eğilmiş, kasalardaki malları düzelten Salih güçlükle belini doğrulttu.

"Her mevsimin tadı başka be Aziz'im, ne yaparsın?"

Aziz tezgâhtan bir elma alıp ısırdı. "Güzelmiş tadı, hayırdır tavla yok mu bugün, Hayri abi nerde?" diyerek karşı bakkalı işaret etti.

"Mal geldi ya arka taraftadır, çıkar birazdan..."

"Tamam, hadi bana eyvallah..." deyip gitmek üzere hareketlendiğinde, Salih onun koluna dokunup durdurdu.

"Aziz, oğlum, gerçi geçen de dedik ama hazır yalnız yakalamışken..." Salih'in sıkıntılı hâli Aziz'i şüpheye düşürdü. Gözlerini kısıp yaşlı adamın ifadesini yoklamaya başladı.

"Hayırdır Salih abi, bir durum mu var?" diye sorarken bu kuşkusu sesine de yansımıştı.

"Oğlum, işte, kusura bakma diyecektim, yani Tülay'ın lafına inandık sana bir ton afra tafra yaptık. Bağışla bizi, bilemedik..."

Aziz yüzünü ciddiyetle buruşturup geçen birkaç günü düşündü.

Tülay'ın mahalleye yaydığı dedikodudan sonra Aziz, üzerine bulaşan bu çamuru temizlemek için bayağı bir uğraş vermişti. Böyle bir şeye nasıl inandıklarına dair gönül de koymuştu ama yine de kendini ispat etmekten geri durmamıştı.

"Geçti gitti be Salih abi, can sağlığı olsun boş ver..." deyip adamı teselli etmeye çalışsa da Salih'in bundan tatmin olmadığı belliydi.

"Olur mu hiç oğlum, seni yıllardır tanıyoruz, elimizde büyüdün neticede. Böyle bir şey yapmayacağını bilmemiz gerekirdi. Ama sen de bizi anla, kızı o hâlde görünce, bir de ağlaya ağlaya Aziz yaptı bunu deyince, inandık mecburen. Kusurumuza bakma artık..."

ŞEHRİN HAYLAZLARIWhere stories live. Discover now