Bölüm 5- Nefesin Kesilene Kadar!

13.3K 629 188
                                    

Hiçbir savaşta kazanan bir devlet olmadı. Biri insanını kaybetti, diğeri insanlığını..!

Eğer zalim bir dünya da zalim bir düzenin içerisinde yaşam sürüyorsanız hayat sizin için hiç olmadığı kadar zordur. Hele de sınıf ayrımının olduğu Britanya krallığında ise bu düzen içinden çıkılmaz bir haldeydi.

Kimin mazlum,  kimin acımasız olduğu bile kanıtlamıyordu. Gücü, mevkiyi elinde bulunduran herkes bir diğerini ezme yetkisini kendine bir uğraş olarak görüyordu.

Anna bir köleden daha acımasız, daha adice bir sıfatla prensin odasında bulunuyordu. Cariye! Eğer bir işçi sınıfına mensup olsaydı her şey daha kolay olabilirdi. Ama o bir Fransızdı. Britanya krallığıyla yılları bulan savaşların ülkesiydi. İki devlet birbirine sırf kendi çıkarları için kılıçlarını çekmiş, acısını yaşamayı ise halklarına bırakmıştı. Elde etmek için savaştıkları bir avuç toprak binlerce savaş mağdurunun kanlarına bulanmıştı.

Erkekler savaşmış, kadınlar esir olarak alınmıştı.

Namusları hiçe sayılırken önüne gelen istediği bedene iğrenç bir şekilde sahip olmuştu.

Geride kalan bir avuç insan kadın ve çocuklardı... Günahkar dünyanın  mazlum evlatları... Ninnilerle uyutulması gerekirken savaş sesleriyle uyanmışlardı yıllarca. Kazanan mı kazanan yoktu. Hiç bir savaşta da kazanan olmazdı ya zaten. Bir avuç toprak elde edilirdi en fazlasından peki ya kaybedilenler. İnsanlığını kaybediyorlardı, vicdan, merhamet ise hiç uğramıyordu bile.

Elini çenesine götürürken dokunmasıyla canı yanmıştı. Prens o sözlerinden sonra onu o şekilde bırakarak daireden çekip gitmişti. Saatlerdir oturduğu koltukta geriye doğru yaslanırken acıyan saç diplerini parmaklarıyla okşadı. Bu acısını geçirmiyordu belki ama en azından hafifletiyordu.

Kapının çalınarak açılmasıyla gelene baktı. Kendi yaşıtlarında bir kız başını kaldırmadan ona selam vermişti. Prens zannediyor olmalıydı. Kafasını kaldırdığında göz göze geldi. Bakışları ilk önce kızın üzerinde gezindi. Dekolte kırmızı kabarık elbisesi, dalgalı siyah saçlarıyla çok güzelden ziyade seksi duruyordu.  Özel otlardan hazırlanmış kremlerden sürdüğü yüzünde ki kırmızılıktan fazlasıyla anlaşılıyordu. Ne için gelmişti ki?

"Prens Alex yok mu?"

"Yok sen kimsin?"

"Prensin oda hizmetini görmeye ve bu gece kendisiyle ilgilenmeye geldim." Anna duyduklarıyla dudaklarını dişlerken, şaşkınca karşısında ki beyaz tenli kıza baktı. Sesinde ki özgüven barizdi. Kendinden emin dik duruşu, yapabileceklerinin göstergesi gibiydi. Peki bu kadın kendisi odadayken buraya nasıl gelmişti? Kim göndermişti? Aklında ki sorulara cevap bulamazken ağrıyan kolundan destek alarak kalktı. Dağılmış saçı, hırpalanmış kıyafeti, şiş ve kızarık gözleriyle parlaklığı sönmüş bir yıldız gibiydi. Oysa annesi ağlarken daha güzel olurdu. Yanakları pembeleşir dudakları dolgunlaşırdı. 

"Prens burada yok." 

"O halde gelene kadar beklerim. Sende gitsen iyi olur temizlik için buradasın herhalde?"

Yöneltilen soruyla dondu kaldı. Ne demesi gerektiğini, düzgün kelimeleri bir türlü seçemiyordu. Senin görevin bana verildi mi diyecekti? Dolan gözlerini kaçırarak nefesini üfledi. Odanın siyah kumaşla bezenmiş perdeleri yeterince kasvetli bir hava dağıtıyordu. 

"Kraliçenin emriyle buradayım, prens bu gece gelmeyecektir."  Keşke çıkabilseydi fakat sarayın muhafızları kapıda bekliyordu. Katiyen çıkmasına izin vermezler bunun yanı sıra birde Alex'e iletirlerdi. Bunu göze alamıyordu. Sanki iki  kenarı da boşluğa giden bir ipin orta yerinde durmuş, kopmasını bekliyordu. 

CARİYE Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin