[ Bölüm Kırk Dört: Şehrin Prensesi ]

Comenzar desde el principio
                                    

Üçgen prizmayı andıran çatı katına girebildiğimizde, Amas'ın başı neredeyse tavana değiyorken benim onun kadar eğilmeme gerek kalmamıştı; hafif kambur bir duruşla odanın ortasına, çatının daha yüksek olduğu alana varabilmiştim. Etraf loş ve havasız olduğundan Amas pencereye yöneldi ve sıkışmış olan pencereyi zorlayarak açtı; böylelikle oda, soğuk hava dalgasıyla sarsılırken kazağıma sıkıca sarındım, sorgulayan bakışlarımı Amas'a çevirdim.

Şimdiden yanakları ve burnunun ucu kızarmaya başlamış, gözleri alerjisinin etkisiyle sulanmıştı; kendi halini önemsemeksizin elini odanın içerisinde sallıyor, ancak etrafındakileri defetmekten öte, uçuşan partiküllerin üstüne yapışmasını sağlıyordu. 

Bir peçete yardımıyla yüzünü tozlara karşı korurken odanın köşesindeki kutulara yöneldi ve birkaç tanesini sürükleyerek ayakucuma kadar getirdi. "Bunlar," dedi soluk soluğa. "Büyükbabamın güvensizlik temalı koleksiyonun birer parçaları."

"Ne var içlerinde?" diye meraklı olduğum halde ilgisizce sordum.

"Aç," diye kutunun kapağını işaret etti.

"Loş," diye şikâyet ettim. "Lambayı yakabilirsen..."

Amas sızlanarak, "Işık yok," dedi. "Ampül patlak."

"O zaman..." diye önerilerimi sıralayacaktım ki Amas beni çekiştirerek odanın daha aydınlık olduğu alana, pencerenin hemen altına götürdü.

"Onları aşağı kata taşıyamayız," diye talimat verdi. "Biliyorsun, yarın annem gelecek."

"Öyle olsun," dememe rağmen annesi hakkında biriktirdiğim soruları sonraya sakladım; ortamı daha fazla germek istemediğimdendi belki, ya da vereceği cevapları çoktan tahmin edebildiğimden. 

Oturup bağdaş kurdum ve kutulardan birini yakınıma çekerek karton kapağını açtım; içindeki kocaman dosyanın üstünde göze çarpan tek şey, kalın puntoyla yazılmış hastanın, bir başka deyişle vefat eden teyzemin adıydı: Belen Erberk. Devamında gelenler, onun hakkındaki olağan bilgileri kapsıyor, benim annemin ismi, ilk dosyanın ilk sayfasından itibaren vurgulanıyordu; bir hikâyeydi yaşanılanların altında yatan, benim üstün körü öğrendiğim, ancak detaylarını araştırmak üzere yola çıktığım.

Amas da benim yanıma oturduğunda, bir şey söylemeksizin dosyanın pürüzlü kapağını çevirip soluk bir resmi işaret etti ve daha yakından bakmak için sayfaya tutuşturulduğu ataçtan fotoğrafı çıkardım.

Açık mavi gözleri bıkkın bir tavırla kameraya odaklanmıştı Belen Erberk'in; gülümsemiyor, dolgun dudaklarının çevresi ifadesiz, hatta düşmanca bir tavır sergilerken bana Eda'yı, onun nadiren sergilediği o ciddi duruşu anımsatıyordu. Düz sarı saçları omuzlarının üstünde, ancak benimkinden daha kısa görünümdeydi; sağ kolundaki bandaj, bileğinden dirseğine kadar uzanıyor, duruşundaki kusur burada değil, seçilebilir yorgunluğunda yatıyordu.

"Sence," dedim, fotoğrafı Amas'a doğru tutarak. "Bana benziyor mu?"

Amas gözlerini kıstı ve anlamaya çalışarak başını sola doğru eğdi. "Çok değil," diye cevapladı. "Biraz."

"Eda'nın bakışlarını taşıyor," diye ondan çok, kendi kendime mırıldandım.

"Yok," diye olumsuzca başını salladı Amas. "Eda gülümser bir kızdı."

Fotoğrafı yerine koyarken, "Genelde," diyerek ona katıldım.

Amas bir şey söyleyecekmiş gibi göründü, ancak vazgeçerek kollarını birbirine doladı; ben ise o sırada kutunun derinliklerine inmekte, sayfaları didik didik ederken anlayabileceğim düzeyde bir şeyi, herhangi bir kâğıt parçasını aramaktaydım. Duraksamam, tanıdık bir dosyayla, daha önce okuduğum bilgilerle karşılaşmamla oldu; titreyen ellerle belgeleri kavradığım gibi kutudan çıkardım ve resmen Amas'ın üzerine fırlattım. 

NOKSAN | ✓Donde viven las historias. Descúbrelo ahora