...

Kral Oineos taht odasına açılan koridordaki telaşlı adımları ve bağrışmaları duyunca bakışlarını iki kanatlı geniş kapıya çevirdi. Çok geçmeden kapı gürültüyle açıldı ve iki muhafız yere kapaklanarak selam verdi ve aceleyle doğruldu. İki askerin bu denli saygısızca huzuruna çıkması nedeniyle kaşlarını çattı kral.

"Hangi cüret ve hakla huzuruma bu şekilde geliyorsunuz ahmaklar?" İki asker korkuyla birbirlerine baktılar ardından biri konuşmaya başladı.

"Affınıza sığınırım kralım lakin mesele çok acil. Felaket! Felaket!" dedi. Kral sert bir sesle yanıtladı:

"Anlatın." Bu sefer kendini azıcık toparlayabilmiş olan diğeri sözü devraldı.

"Kralım, ülkeye kocaman bir domuz saldırdı. Devasa boyutlarda, önüne gelen her yeri yıkıyor ve bağların neredeyse hepsini mahvetti. Karşı koymaya çalışan her askerin sonu oldu. Halk dehşet içinde."

Aldığı bu haberle dehşete düşen kralın oğlu Meleagros babasına baktı. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Bu yörede böyle bir canavar daha önce görülmemişti bile.

"Baba böyle bir şey imkan dahilinde değil, burada domuz bulunmaz ve onu üstümüze saldırtacak, tanrıların gazabını üstümüze çekecek bir şey yapmadık."

Oğlunun sözleri üzerine kralın aklında ona soğuk terler döktürecek bir eksiklik belirdi: Artemis! Artemis' e adakta bulunmamıştı. Poseidon' un üç başlı yabası adına,nasıl böyle bir ahmaklık yapabilmişti? Korkuyla omuzları içe göçtü kralın, yapabileceği ne vardı ki?

...

Haftalar geçmişti. Kalydon' un üzüm bağları ya yok olmuş ya da tahrip edilmişti. İnsanlar evlerinden çıkmaya korkuyor ve bu işe bir çözüm bulmadığı için krala lanet yağdırıyordu. Artemis ise olanları keyifle izliyor ve domuz her sakinleşip bir köşeye çekildiğinde onu kışkırtıp tekrar etrafa saldırmasına neden oluyordu.

Kral ise çaresizdi, gönderdiği hiçbir savaşçı geri dönememiş, canavarın midesini boylamıştı. Sonunda yardım istemek için Yunanistan' ın dört bir yanına domuzu avlayabilecek cesareti olan birilerini aramak için ulaklar gönderdi. Kısa süre sonra her yerden erkekler gelmeye başladı. Aralarında tanrıların oğulları, bazı Argonautlar, Odysseus'un babası Laertes hatta Theseus'un bulunduğu düzinelerce erkek kendini kanıtlamak için Kalydon'a ayak basmıştı. Fakat gelenler arasında tüm kahramanların öfkelenmesine neden olan biri vardı; bir kadın. Atalanta dünyanın her yanında hızıyla tanınmış bir avcıydı. Rüzgardan bile hızlı koştuğu söylenirdi genç kızın. Hareket halinde olan küçük bir avı bile vurabilecek kadar da yetenekli. Kralın oğlu Meleagros ise bu avcı kadına gördüğü ilk anda aşık olmuştu bile. Silah kuşanmış bu asil haliyle Atalanta, Artemis' in bakire avcılarına benziyordu adeta. Hazırlıklar yapılmaya başlanmıştı fakat sarayın odalarında başka bir endişe daha vardı. Meleagros'un annesi kraliçe Althaia oğlu için korku duymaktaydı. Çünkü kimseler bilmese de Meleagros'un hayatı bir kütüğe bağlı idi. Oğlu doğduğunda üç Kader Tanrıçasının onu ziyaret etmesini ve ona oğlunun ancak saraylarındaki ocakta bu hiç küle dönmeyen özel kütüğü yakarsa yaşayacağını söylediklerini hatırladı kraliçe. Hemen buyurulanı yapmıştı fakat hala oğlunun yaşamından endişe ediyordu. Bu nedenle Althaia ava iki erkek kardeşini, Tokseus ve Pleksippus'u da oğlunu güvende tutması için göndermeye karar verdi.

Böylelikle kısa bir süre sonra Meleagros'un önderliğinde domuzun şu sıralar saklandığı ormana doğru yola koyuldu kahramanlar.

Meleagros çevresindekilere baktı. Hepsi de avı kimin öldüreceği hakkında konuşuyor, bazıları ise onu çıplak elle bile devirebileceğinden bahsediyordu. Onların bu heyecanına güldü. O da deli gibi canavarı avlamak ve halkının gözünde cesur olmak istiyordu. Tanrıça ise onların bu kibirli hallerine öfkelenmişti. Kısa bir süre sonra domuzun izini buldular. Her yerde ayak izleri kırılmış dallar ve dışkı vardı. Grubun önündeki çalılıklardan bir kırılma sesi geldi ve başlar oraya döndü. Domuzu bulduklarını düşünen Peleus mızrağını kaldırdı ve çalılıklara doğru, avı vurma şansının ona ait olmasının keyfiyle fırlattı. Ama çalılıkların ardından genç avcının hiç beklemediği bir çığlık geldi. Oraya doğru hızla gittiğinde vurduğunun domuz değil arkadaşı Eurytion olduğunu fark eden Peleus şok oldu. Etraf bu huzursuz olayın olması nedeniyle sessizliğe büründü. Avcılar Eurytion'u oraya gömdüler ve az ilerideki açıklığa kamp kurmak için ilerlediler. Herkes hala sessizliği kendilerine görev edinmiş bir şekilde çadırları kurmaya, yemekleri hazırlamaya başladı. Domuzun gece saldırmasını engellemek adına kampın önüne büyük bir ateş yaktılar ve nöbet listesi oluşturdular. İlk nöbete Atalanta gönüllü olmuştu ve onu duyan Meleagros da nöbete kalacağını söyledi. Şartlar vahim olsa da bu onunla konuşabilmek için iyi bir şanstı. Ateşin kenarına oturmuş gözlerini bile kırpmadan etrafı gözleyen kıza doğru ilerledi kralın oğlu. Yanına oturduğunda kız ona bir baş selamı vermiş ardından tekrar önüne dönmüştü. Meleagros kızın sırtındaki sadağa ve oka baktı.

Lanetli AvWhere stories live. Discover now