The Mansion

334 35 34
                                    





-1896-

İnsanoğlu tarihteki birçok olaya şahitlik etmişti. Yeni bir örgütü oluşturacak olaylardan başlayıp, bambaşka bir çağı açacak olaylar dahi tarihe kazınmıştı. Kimi zaman soyluların altından çıkmıştı, kimi zaman da halkın içindeki sıradan birinden. Olayları başlatan da insanlardı, şahitlik edenler de. Fakat bazen köle sınıfı gibi hayvan muamelesi gören değersiz insanlar, bu tür olaylardan tamamen uzak, cahilce yetişmişti. Bu dönemde, sınıf ayrımları hala belirli devletlerde varlığını sürdürmüştü. Büyük Britanya da buna dahildi.

Çiftçi sınıfına mensup olarak doğmuştu. İngiltere'de değişmeye başlayacak olan rejim, fikirler, büyük veya küçük çaplı savaşlar, anlaşmazlıklar soylular dahil her insanın ekonomik yaşamını etkilemişti. Merkezden uzak, tarlaların içinde bulunan küçük barakasından kafasını çıkarma fırsatı yakalamıştı artık çocuk, büyük konağın, küçük değersiz bir kölesi olacaktı. Fakat Tanrı şahit ki, uyuyabileceği sıcak bir yatağı olacaktı. Küçük çocuk emindi, yeni yuvasında tavandan yüzüne düşecek soğuk yağmur damlaları olmayacaktı.

Büyük değildi bu öksüz hayatındaki büyük değişikliği yaşadığı sıra. Yalnızca 8 yaşındaydı.

8 yaşında, okuma yazması olmayan, çelimsiz, kısa, yüzü çalışmaktan türlü türlü rengi ve teri alan peltek bir çocuktu. Yaramaz değil, uysaldı. Ama eğlencenin yolunu hep bulurdu. Babasının eline tutuşturduğu oyuncak atı hiç olmamıştı. Elleri hep toprakla buluşmuştu, tohumlarla, ıslak bezle. Onun için oyuncak tahtadan yapılmış bir at değildi, yağmurun ıslattığı topraktı.

Annesi çarşıdan onun için bir ayakkabı veya pantolon hiç alamamıştı. Kendi kıyafetlerinin bir kısmını yırtar ve oğlu için dikerdi. Bazen babasının yırtılmış terliklerini kullanırdı soğuk havalarda işin ucundan tutacağı sıra. Yine de, ayaklarının çıplak olmasını ve öylece kirli, taşlı yollarda yürümesini severdi.

Şu an olduğu gibi. Sol eli babasının elini düzgünce kavrayamayacak kadar küçüktü. Sağ eli ise, babası yorulmasın diye zar zor taşıdığı poşet ile meşguldü. Sahip oldukları şeyler avucu kadar küçüktü. Elinde büyük ama hafif olan pis bir torba, ve babasının sırtına yüklediği bir bohça. Hayat bir çiftçi sınıfı için bundan ibaretti işte.

"Oraya vardığımız zaman sadece eğil ve ses çıkarma, oldu mu Sehun?" Babası ne kadar nefes nefese kalmış olsa da bunu oğluna göstermemeye çalışarak umutla söylüyordu. Çünkü zengin bir ailenin konağında çalışmak her alt sınıf için mümkün değildi.

Sehun akıllı bir çocuktu, yeri ve zamanı geldikçe konuşur veya konuşmazdı. Babasının sadece küçük bir hatırlatma yaptığını biliyordu.

"Evet baba." Elini biraz sıktı oğlan.

Hatırlatma konuşmasının ardından biraz zaman geçmişti ve Lu Malikanesi'nin görkemli, çiçek ve çimlerle donatılmış ön bahçesinde kendilerini bulmuştu baba oğul. Ön bahçenin tam ortasında bir fıskiye bile vardı.

'Soylular da lüzumsuz ne varsa bulunuyor.' diye düşündü küçük Sehun.

"Enayiler."

"Sehun!" Ne kadar kendi kendine mırıldanmış olsa da kaba sözü orta yaşlı babasının kulağına ilişmişti. Omuz silkmekten kendisini alıkoyamadı.

LILIUM Wo Geschichten leben. Entdecke jetzt