32. Bölüm: Deniz'den Okyanusa...

ابدأ من البداية
                                    

Yağız, bakışlarını gözlerime sabitleyerek üzerime doğru bir adım attı. Bense gözlerimi kaçırarak bir adım geri çekildim. "Ama... Ama şunu bil ki..." dedim, ellerimi sanki teslim olur gibi yukarı kaldırmıştım. "Buna gerek yok! Çünkü istemeden yaptım. Yani... Ta-tamam, çantanı isteyerek, hatta bayağı da uğraşarak açmış olabilirim ama... O gün başıma silah dayarken beni kendine çektiğinde kokunu tanımam... Bu elimde olan bir şey değildi! Tamamen... İstemsizdi!

Yağız, sözlerime karşılık vermeden üzerime doğru bir adım daha attı. Ben de panikle bir adım daha geri çekildiğimde balkon kapısından odaya girmiş oldum.

"Bak... İstersen bu konuyu bir daha açmam," dedim tedirgin bir sesle. "Soru da sormam... Bu konuşma hiç gerçekleşmemiş gibi yaparız! Sen, sen ne zaman zamanının geldiğini düşünürsen o zaman anlatırsın her şeyi... Ben de o zamana kadar bildiğim ne varsa unuturum. Ama... Git-gitmemi isteme benden."

Ben yalvaran gözlerle yüzüne bakarken, Yağız, balkon kapısını kapatmış, hiçbir söz söylemeden üzerime doğru yürümeye devam ediyordu. Kaçacak yerim varmış gibi geri geri attığım adımlar, şöminenin önünde durmak mecburiyetinde kaldı. Arkama baktığımda ayaklarımın berjere dayandığını gördüm. Artık ne adımlarım ilerleyebiliyordu ne de dilimin ardında bekleyen kelimeler...

Şimdi hamle sırası elleri hâlâ cebinde olan Yağız'daydı. Son bir adım daha atarak durduğunda gözlerine yansıyan şöminenin turuncu alevleri, onu olduğundan daha ciddi, daha kararlı gösteriyordu. Kaşlarını kaldırıp bakışlarını göz bebeklerime çivileyerek sordu o an.

"Nasıl kokuyorum?"

Anlattığım onca şeyin içinde, takıldığı sahiden bu muydu? Buymuş, Deniz. Ama bunun bir cevabı yoktu ki. Onu kokusundan nasıl tanıdığımın bir izahı ya da o kokunun bir adı, bir tarifi yoktu. Sadece tesiri vardı. Üzerimde iç gıcıklayıcı bir etkisi vardı. Gözlerimi kapatarak burnumdan aldığım nefesi içime çekip mırıldandım. "Tanımlaması zor... Bir yanı serin, bir yanı sıcak bir koku... Hem tatlı hem de biraz mayhoş... Kırları gezip aktara uğrayan bir meyve sepeti gibi tüm notalar var içinde. Ama yine de gizemli... Senin gibi, insanı duygudan duyguya sürükleyen, yörüngesine çeken..." Göz kapaklarımı hafiften araladım. "Biraz dağınık bir tarif oldu, değil mi? Ama üzerimdeki tesiri hiç de öyle değil. O gayet derli toplu... Bu... Limon gibi. Gözlerime açıktan bakıp gülümsediğinde, mutlu ettiğinde içimi kamaştırıyor. Üzdüğünde ya da sana kızdığımda ise yüzümü ekşitiyor."

İfadesiz, tok bir sesle, "Peki, ya korktuğunda," dedi. "Korktuğunda... Nasıl hissettiriyor?"

Hiç düşünmeden yanıtladım. "Korkmuyorum."

"Benden korkmuyor musun?" diye sordu aksini duymak ister gibi. "Gördüklerinden, duyduklarından, hakkımda söylenenlerden..."

Başımı iki yana salladım. "Hayır... Hayır, korkmuyorum."

"Ben senden korkuyorum ama..." dedi beni baştan ayağa süzerek. "Durman gereken yeri asla bilmemen, sürekli sınırı aşman, yanlış işlere karışman beni korkutuyor. Bunların bir sonucu olacak çünkü. Biliyorsun, değil mi?"

"Ne bu, tehdit mi?"

Nefesi yüzümde gezinirken fısıldadı. "Hakikat."

Kollarımı birbirine bağlayarak meydan okur gibi gözlerine baktım. "Benim hakikatlerimi korkularım belirlemiyor. Yakın zamana kadar öyleydi. Ama artık değil... Tüm korkularımı başımı dizlerine koyduğum gece, çocukluğuma gömdüm ben! O yüzden bana bunlarla gelme..." Yutkundum. "Ve o bahsettiğin şeylerin ise... Çoktan bir sonucu oldu. O sonuç beni buraya, tam karşına getirdi. Kabul etsen de etmesen de durum bu."

Kırmızı Anahtarحيث تعيش القصص. اكتشف الآن