“Gidelim artık… Buradan çok uzaklara… Kimsenin bizi bulamayacağı yerlere…”

Fısıltıyla dolan sözler sanki yüreğine işliyordu hye su’nun. Gözlerini ondan ayırmadan başıyla onayladı. Nereye gidiyoruz bile demek gelmedi aklına. Beyni sanki garip bir şekilde bulanıklaşmıştı. Parmaklarını kavrayan parmaklar yüzünden olsa gerek sadece onu takip etmek istiyordu. İl sung’un yavaşça başını dışarı çıkarıp etrafa bakındığını gördü.

Endişeyle dolan bakışları olsa da bir yanı huzurla ve güvende olduğunu bilir bir şekilde bakıyordu. İl sung’un kendine dönüp baktığında hafifçe gülümseyip ellerini kavrayan adamın elini sıktı. Hazır olduğunu belli ediyordu. Onun bakışlarındaki ifadeyi de az çok anlayabiliyordu. Belki de ilk kez konuşmadan anlaşabileceği birini bulmuştu hye su. Belki de gözleriyle mutlu olabileceği birini bulmuştu.

Onun önüne dönüp dışarı temkinli bir adım atışını izledi. Hemen arkasından aynı adımları atarken il sung’un hemen bir adım gerisinde duruyordu. Elleri ise sanki bir birine yapışmış gibiydi. Parmakları kavradıkları parmakları bıraksa sanki yok olacaklarmış gibiydi. Emindiler birbirlerinden. Sanki sonsuza dek birlikte olacaklarmış gibi.

Karanlık sokakta temkinlikle ilerlediler bir süre. Karanlığın içine park edilmiş siyah aracı fark etti hye su. Biraz olsun rahatlamıştı artık. En azından şimdilik tehlike bitmişti bitmesine ama ikisi de şimdi birbirine tedirginlikle bakıyorlardı. Birbirlerini hapis alan parmakların zamkla yapışan ellerin ayrılması anlamına geliyordu bu. İlk İl sung çözdü parmaklarını. Hemen arkasından hye su’nun gevşeyen parmaklarını hissetti. Bakışlarını kızın yüzünden çekmeden yavaşça elini kızın narin ellerinden ayırdı.

Ayrılan eller yüzünden içini tarif edilmez bir endişe kapladı. Belki de hayatında yaşadığı en büyük endişe buydu. Nasıl oldu da bu kadına birden bire kendini kaptırmıştı? Aklına gelen soruyu zihninde kovalayıp kızın arabaya binmesini sağladıktan sonra oda sürücü koltuğuna geçti. Biraz olsun rahatlamıştı artık. En azından şimdilik rahat bir nefes alabilirdi.

Hazırda bekleyen arabayı çalıştırıp karanlıktan aydınlığa çıktılar. Sokak lambalarının aydınlattığı yolda ilerlemeye başladığında elini yeniden kıza uzattı. Otomatik vites olan araba sayesinde vites değiştirmek zorunda değildi. Hye su uzatılan ele gülümseyerek bakıp ince uzun parmaklarını o ellere doladı. Şimdi kendini daha iyi hissediyordu.

Biraz olsun nefes almış gibi hissediyordu. Başı hafifçe il sung’a çevirip yeniden yüzünü inceledi. Bu sefer çekinmiyordu yüzünü incelemekten. İl sungta kızın kendini incelediğini bildiği için hafifçe gülümsüyor arada bir bakışlarını ona çevirip bir şeyler söylüyordu. Hye su’dan aldığı kısa cevaplar yüzünden daha çok soru sorma isteği duyuyordu.

Kızın bakışlarının kendinden dışarı kaydığını fark etti. Han nehrine ev sahipliği yapan birkaç ağacın yanından geçiyorlardı o sırada. İl sung da kızın bakışlarını takip ederek bir süre karanlıkta az çok farkına vardığı nehre baktı. Aşıklara ev sahipliği yapan bu nehir bir çok turisti de ağırlardı. Arabayı yavaşlatıp “Biraz bakmak istermisin?” diye sorduğun da beklemediği bir cevap aldı.

“Chin ho… Chin ho orada bir yerde beni bekliyor.”

Söylediği kelime boğazını tıkıyor ağlama isteği uyandırıyordu. Gözlerinin yandığını hissetti hye su. İlk kez böyle bir acının pençesine düşmüştü. Garip bir şekilde acı çekiyordu. Vicdan azabı duyuyordu. Kendisi yüzünden Chin ho çok sevdiği ailesinden uzak kalmıştı. Bakışlarını nehrin karanlığından çekip İl sung’a baktı. Hiç tanımadığı adam bile birçok şeyi tehlikeye atmıştı.

KAÇAK GELİNDonde viven las historias. Descúbrelo ahora