Final

42.5K 2K 188
                                    




FİNAL

Eylül'den...

Yıllar Sonra...

Zaman su gibi akıyor derlerdi de inanmazdım. Durağan bir hayatım vardı. Her günüm aynı, her günüm birbirinden farksızdı. Ta ki onunla karşılaşana kadar. Onunla birbirimize yıldırım hızıyla çakılana kadar...

Sevmek, sevilmek benim için arka planda kalmıştı. Kalbim taşlaşma yolunda yol alıyordu, almış desek de olurdu ama demeyelim. Erkeklere nedensiz bir güvenememe problemi yaşıyormuşum da haberim yokmuş. Ya da vardı da bunu düşünmekten kaçınmıştım. Orası şimdi meselemiz değildi. Uzak durduğum için, bunu o zamanlar anlamamışım.

Erdem... Koca gözüm! Kalbimin, mantığımın ve bütün hayatım tek sahibi. Bu adamla hayatım renkten renge girdi. Kalbim yeniden hayata döndü. Kalbim bitkisel hayata girmişti ve hayata döndürecek zamanı bekliyormuş. Yani ilacım Erdem'immiş...

Erdem'imle geçen yıllarda pişmanlık kelimesini neredeyse hiç kullanmadım. Fevri bir kadın olmama rağmen bu kelimeyi hayatımdan çıkardım. Çokta iyi yaptım. Kimse yaşadığı hayat için pişman olmamalıydı. Bende öyle yaptım. Ve şimdi çok mutlu ve mutluluk saçmak için çabalayan bir kadındım.

"Anneee!" diye bağıran minik kızıma baktım. Bu kız tam bendi. Bağırmak onun için az kalırdı. Resmen cırlıyordu. Aynı annesiydi, yavrum!

"Aşkım! Geldim kuzum..."

"Anneee!"

"Bağırma kızım! Geldim dedim ya!"

Allah'ım bu kız bu yaşta böyle beni süründürüyorsa ileride halimiz ne olacaktı? Ergenliğini düşünmek dahi istemiyordum!

"Ama anne olmuyo..."

"Ne olmuyor bebeğim?" derken yanına gelmiş oyuncaklar içinde kaybolan minik bedeninin yanına oturmuştum. Daha doğrusu oturmaya çalışmıştım. Evimin her yeri küçük küçük oyuncaklarla doluydu ve her gün küçük çaplı bir kaza atlatıyordum.

Bebeğim bana bakarak ela gözlerini kocaman açtı. Elindeki kolu çıkmış bebeğini göstererek dudaklarını büzdü. "Bak olmuyoo... Ağlasın ben?" dediğinde gülerek onu kucağıma çektim. Allah korusun! Mümkünse kızım ağlamasın...

"Sen sakın ağlama annecim! Anne şimdi onun kolunu yerine takacak," dememle çıkan kolu yerine taktım ve Barbie bebeğin elbisesini düzelttim. Minik kuzum o küçücük kollarını bebeğini eline almadan boynuma doladı. İşte bu kalbimdeki kalplerle süslü havai fişekleri bir anda patlatmak için yeterliydi.

"Ayy anneee. Bebeğim yaşıycak!" dediğinde gözlerimi patır patır devirdim.

"Bebeğim böyle şeyler düşünmek için çok küçüksün." Kızımın aklına kim bunları sokuyordu, bilmiyordum ama evde televizyon bile açtırmamaya çalışıyordum. Çocuklar çok zekilerdi ve hemen her şeyi kapıyorlardı. Bu yüzden çok çok dikkat etmek gerekiyordu.

Ela'm kucağımdan kalkarak bezli poposunu sallayarak benden uzaklaştı. Onun arkasından bakarak iç çektim. Çocuklarım bana nefesti. Onların yokluğunu düşünmek bile istemiyordum.

Aklıma yıllar öncesi yaşadığım o sıkıcı gün geldi. Ürperdim!

Aslında Efe'min o halinden sonra bir daha doğurmam demiştim ama öyle olmadığı karşımdaki sarı saçlarını havalandıran anne kuzusuyla zaten belli olmuştu. O günü unutmuyordum ama o hatayı bir daha da yapmamıştım.

Efe'm aç kaldığı için şekeri düşmüş ve o hale gelmişti. Nasıl onu aç bıraktığımızı anlayamamıştım. Doktorlar mama takviyesi ve serumla oğluşumu kendine getirmişlerdi. Sütüm var sanırken aslında sütüm yokmuş. Gelen sıvıyı süt sandığım için oğluşumu aç bırakmıştım. Bunun acısını günlerce çekmiştim. Kendimi suçlamış, o yetmemiş etrafımdakilerin hepsine düşman kesilmiştim. Çok şükür ki sonradan o saldırgan halim yok olmuştu. Malum lohusalık psikolojisi işte beni de etkisi altına almıştı.

Morlar Kraliçesi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin