4. BÖLÜM: ÇIĞLIKLAR SAATİ

En başından başla
                                    

"Derin," dedi nefes nefese. Dişlerini o kadar çok birbirine bastırmıştı ki, alnına vahşi bir görüntüyle çöken saçlarının altında beliren damarlarını görebiliyordum. "Ayağını sağlam bir yere koy." Yüzü o kadar güzeldi ki. Tüm bu dehşetin arasında dimdik duran bakışları yüzünden korkuyla gerilmeye başlamıştım. Zihnim, bedenimin kontrolünü yitirmiş, işlevini korkuya gönülsüzce vermişti. Neden hâlâ beni tutuyordu? Neden ona yaptığım bu korkunç olaydan sonra elimi bırakmıyordu? Ben olsam, o adamı tutar mıydım?

Hayır, hayır yapmazdım.

Mecbursun, dedi ses. Kurtarmaya da kurtarılmaya da.

Parmaklarımız saniyelerin zamandan kaydığı gibi kayıyordu; bu korku, içime en çılgın ateşleri salıyor, ruhumun yakalarına şifası olmayan bir acıyla salıyordu. O sırada, parmaklarımız birbirinden biraz daha kayınca, göğsümü yaran kalp atışlarımının sesi, gırtlağımdan yükseldi. Çığlık attım. "Enis?!" diye korkuyla bağırdığımda, sesim o denli korkunç çıkmıştı ki, katman katman yayıldığına yemin edebilirdim.

"Sakin ol," diye bağırdı. O sırada ellerime o kadar sıkı sarılmıştı ki, parmaklarımızı boyayan kanı hissetmeme rağmen, direnişini görebiliyordum. Sakin olmamı söylerken, çehresi hiç iyi değildi. Enis'in öfkeden parlayan gözleri karanlığın yoğun renginden, sisin dumanından daha berraktı. Saf öfkesi güneş gibi parlıyordu. Acı ona öfke bahşediyordu. Tüm bunlara rağmen, aptal bir umutla adamın elini sıkı sıkı tutuyordum.

"Ayaklarından destek alarak yukarıya çıkmaya çalış. Seni çekeceğim." Acıdan sesi, dişlerinin arasında harf harf kalmıştı. Öyle ki oluk oluk akan kan, uçurumdan aşağıya düşüyordu. Ellerinin arasından akan kan, üzerimdeki pijamalara dökülürken aynı zaman da, yanağıma damlayarak, sıcak bir ıslaklık bahşediyordu.

Bakışlarımı onun sert veçhesinde dolandırırken, korkuyordum. Yapacağım en ufak yanlış bir hareket, ikimizin hayatını yerle bir edebilirdi. Yüksek sesle yutkunurken, bakışlarımı onun gümüşü gözlerinden indirerek, ayaklarımı yavaşça sert kayada gezdirdim. Beni hâlâ bırakmamış olması korkuma su serpiştiriyordu. Damağım korkudan kurumuş, kestane rengindeki saçlarım uçurumun aşağısına doğru küçük bir çoçuğun kahkahasıyla sallanıyordu. Saç tellerime tutunan o minik ellerin, salıncaktaki bedeni ileri geri sallanıyordu...

Ayağımı uçurumun çıkıntılarında gezdirdiğimde bir çıkık olduğunu fark ettiğimde oraya koyarak baskı uyguladım. Ayağımı bastırdığım yere sivri olmalıydı, tabanımın kesildiğini hissetmiştim. Dikkatimi vermeye çalıştım. Uçurumun çıkıntıları karanlığa örtülmüştü. Ayağımı soktuğum çukura doğru bastım. Taş ayağıma girdi ve karla karışan kan yüzünden birden kaymıştım ve zorlanarak tuttuğum parmakları bedenimle birlikte aşağıya çekildi. Havayı yaracak kadar dehşetle çığlık attım, Enis'in kolu daha kötüydü. Gözlerim korkuyla kocaman olurken, göğüs kafesim, hızla yukarıya kalkıyor, ağır bir basınçla geri iniyordu. "Sakin ol," diye bağırdı dişlerinin arasından. Saçları alnına düşmüş, onu vahşi bir görünüme sokmuştu.

O adam, akan koluyla, yırtılan derisiyle birlikte beni havada tutuyordu. Bu kadar dirençli ve güçlü olması bilinçaltımın topraklarında kamufle olmuştu. "Her yer ıslak." diye konuştum titrek sesimle. "Ayaklarım kayıyor." Dememe kalmadan tepelerde esen uğultulu rüzgârı bedenime yöneltti doğa ana. Kağıt parçası gibi saçlarımı uçuran sert rüzgâr, incecik bedenimi kasırga kuvvetiyle sağa doğru sürüklemişti. Enis son üç parmağımı daha kuvvetli tuttuğunda ağzıma kan dolacak kadar çığlık atmıştım. Kurtuluşum yoktu. Yemin ederim ki, buradan kurtuluşum yoktu.

KARANLIKTA ESEN MELODİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin