" Şimdi nereye ?" At zirvede bulunan kayalıklar arasında bir mağaraya girdi.
Lucy durdu. Girmeli miydi ? 

" Bekle beni !" Diye seslendi ata. Karanlık ve nemli mağaranın girişine koştu.

Sarkıtlardan sular damlıyordu. Mağara karanlık bir tünel şeklinde içeri giriyordu.

" Neredesin ?" Diye bağırdı gözden kaybettiği ata. Sesi zifiri karanlık tünelde yankılandı. Kısa süre sonra atın kişnemesi mağaranın derinlerinden geldi.

Lucy tüm cesaretiyle karanlık tünelde koştu. Tünelin ucunda beyaz bir ışık parlıyordu. Işığa doğru koştu. Ve sonunda atı buldu.

Tünelin en sonunda dev bir kapı vardı. At önünde durmuştu. Bu beyaz ışıkta, büyük kanatlarından geliyordu. Karanlıkta parlıyorlardı.

Lucy hayranlıkla atın kanatlarına baktı. Tüneli aydınlatıyorlardı. Daha sonra kapıyı farketti. Üzerinde işlemeler vardı. Sandığının üzerindekine benzeyen işlemeler... Ve yıldız... Tıpkı sandığının üzerindeki gibi... Ya da atın toprağa çizdiği gibi... Hemen tanımıştı. Ve kapıdaki kilit, birebir sandıktaki kilidin aynısıydı.

" Bu nasıl olur ? Hepsi sandığımdakiyle aynı..." Kapıya yaklaştı. Yakından inceledi.

" Bu kapı nereye gidiyor ?" Dedi ata dönerek. At kapının tam karşısında durdu. Gözlerini kapattı. Ve kanatlarını kaldırdı. Kanatları daha da çok parladı ve kapı kilidi bir anda açıldı. At kapıyı açmıştı.

Lucy heyecanla kapının arkasında ne olduğuna baktı. At, hiç duraksamadan içeri girdi ve Lucy'e döndü.

" Tamam... Ne olacaksa olsun..." Diyerek derin bir nefes aldı Lucy.
Ve adımını attı. Bir ormanın içindeydi. Fakat yüzüne soğuk hava çarptı. Burası geldikleri yerden daha soğuktu. Ve burada geceydi. At kişneyerek, Lucy'e ilerleyecekleri patikayı gösterdi.

Lucy hala dev ağaçlara bakıyordu. Doğrusu buradaki ağaçlar, çok farklıydı. Daha önce görmediği bir türdendi. Yuvarlak yaprakları vardı. Ve gökyüzü morumsu bir siyahtı. Orman sisle kaplanmıştı. Bazı bitkiler parıldıyordu. Sanki fosforlu gibiydiler.

Lucy atın peşinden patikaya ilerledi.
" Neredeyiz biz ?" Diye fısıldadı ilgiyle etrafını incelerken. Patika bir nehrin yanına gelmişti. Nehre paralel devam ediyordu. Su da tıpkı o bitkiler gibi parıldıyordu. At biraz durup içti. Lucy, parmaklarını suya daldırdı. Ilıkla soğuk arasındaydı. Altın renkli pulları olan balıklar suda ilerliyorlardı.

Ateş böcekleri renk renk ışıklarıyla ormana dağılmıştı. Ormanın ışıltısı tüm geceyi ve karanlığı aydınlatıyordu.
Bir süre daha patikada ilerlediler ve bir uçurumun kenarına geldiler. Yanından yürüdükleri nehir, iyice genişlemiş ve bu uçurumdan aşağıya bir şelale olarak akıyordu. Sular çok güçlüydü ve inanılmaz bir gürültü çıkarıyorlardı.

" Şimdi nereye ? Burada yol bitti." Dedi Lucy dipsiz gibi gözüken uçurumdan aşağıya bakarken. Akan şelalelin ışıltısı uçurumun dibini aydınlatmaya yetmiyordu.

At başını hafifçe kaldırıp, gelen esintiyle havayı kokladı. Lucy'nin binmesi için sırtını döndü.

" Ah pekala saatlerdir yürüyoruz ve uçmak şimdi mi aklına geldi..."

At homurdandı. " Tamam... Tamam... Biniyorum, rehber sensin." Ve tekrar gökyüzüne yükseldiler. Sadece dev kanatların çırpma sesi duyuluyordu.

Lucy tekrar göğe baktı. Yıldızlar... Hiç olmadıkları kadar parlaktı. Sanki tüm galaksiler başının üstündeydi. Tüm uzay... Herşey yanı başındaydı. Milyonlarca yıldız morumsu gökyüzünü kaplamıştı.

Lucy çoktan dalmıştı gökyüzüne. Fakat aşağıda çok farklı bir dünya vardı. Karanlıkta net gözükmesede, dağların tepesindeki dev şato, tüm ihtişamıyla parıldıyordu.

" Ah harika, umarım konuşabileceğim birileri vardır." Dedi

Ve at şatoya doğru alçalmaya başladı. Görkemli kubbeler ve kulelerle sarılıydı. Şatonun girişine yavaşça indi. Lucy, etrafı dikkatlice süzüyordu. Girişteki duvarlarda ve sütunlarda sandığının üstündeki yıldız işlemeleri vardı yine.

" Tamam bu biraz garipleşmeye başladı..."

" Pegasus döndün !" Diye bağırdı içeriden heyecanla çıkan küçük bir kız ata doğru koşarak. Lucy kıza döndü. 10 yaşlarında vardı. Pembe kabarık etekli bir elbise giymişti. Lucy'i atın sırtında görünce az önceki heyecanından biraz daha ciddileşti. Ziyaretçi beklemiyor gibiydi.

" Ah, merhaba hoşgeldiniz ?"

Lucy aşağıya atladı. Soran bakışlarla kıza baktı.

" Merhaba ? Şey... Ben neredeyim ?"

Kız Lucy'e bakmıyordu.

" Efendim... İçeri gelin. Sizi bekliyorlar."

" Kim bekliyor , siz kimsiniz ?"

Kız Lucy'e cevap vermeden, atın yanına gitti. " Haydi gel Pegasus, seni yerine götüreyim." Diyerek atla beraber sarayın iç avlusuna geçen bir koridora girdi.

Lucy peşlerinden gitmeyi düşündü. Ama kız ona içeri girmesi gerektiğini söylemişti. Onu bekliyorlardı değil mi ? Ama kim ? Güvenli miydi ?

Lucy geniş mermer basamaklardan çıkarak büyük giriş kapısına ulaştı. Kapıdaki yıldız işlemesine baktı. Derin bir nefes aldı. Kapıyı iki kez tıklattı.

Fakat kapı ağır bir şekilde kendiliğinden açıldı. Adımını içeri attı.

Sanki çok ama çok uzaklardan hatırladığı bir koku duydu burnunda, şekerli tatlı bir koku...
Sarayın içi şamdanlar avizeler ve mumlarla aydınlatılmıştı. Görkemli tavanda yıldız haritalarına benzeyen resimler vardı. Girdiği koridorda tablolardaki yüzler... Hepsi tanıdık gibiydi... İlerledi... Görevli biriyle , ya da herhangi biriyle karşılaşmayı umuyordu...

Kayıp Yıldız'ın Ülkesi ♡ (1)Where stories live. Discover now