iki │isteme merasimi│

En başından başla
                                    

Büyük bir kaosun içerisindeydi. İliklerine kadar çaresizliğe bulanmış, burnunun ucuna kadar kasvete batmıştı. Koca bir matem havası duruyordu karşısında. Buna mani olmaya gücü yoktu da.

"Abla?"

Hazal'ın sesi, tam üzerini giyindiği an çınlamıştı kulaklarında. Ardından kapısı açılmış ve Hazal adeta parlayarak içeri girmişti. Güzel kızdı Hazal. Yüzü kadar bahtı da güzel olurdu inşallah. Kendisi gibi Azrail'in pençlerine düşmemesini umuyordu Deran.

"Efendim." derken çıkan ses tonu, bu konaktaki herkese kırgın olduğunu anlatır nitelikteydi. İçi burkuldu Hazal'ın. Ablasının ses tonu öylesine soğuk öylesine kırgındı ki içinde bulundukları hüznün öznesi oluşundan bir kez daha nefret etti. Kaderin cilvesiydi işte bu da. Lâkin kimse dur diyememişti. Geri kalmış zihniyetlerin 21. Yüzyıla inat sürdürdükleri töre gelenek adı altındaki katliamlarıydı.

"Seni merak ettim," derken ürkekti Hazal. Ablasının karşısında kendini böyle çekingen hissedeli birkaç hafta ya da bir ay falan oluyordu. Beşikkertmesi olayı bir bomba misali hayatlarının ortasına düştüğünden beri böyleydi. Kader kısmet böyleydi belki fakat nasıl bu kadar çaresiz olurlardı? Nasıl iki insanın hayatını göz kırpmadan karartabilirlerdi? Ki, birisinin evlenmek istediği bir kadın varken...

"Merak edilecek bir hal mi var ki ben de Hazal? Benden geriye hiçbir şey kalmamışken, neyi mi merak ediyorsun ki hâlâ?" derken sesi titredi Deran'ın. "Benim babamın gözü töreden başka her şeye kör olmuş, adam da din var iman yok!"

"Deme öyle ablam," derken öne atıldı Hazal. "Yemin ediyorum ki elimde olsa yerine geçer seni bu azaptan kurtarırdım ama yapamıyorum. Allah kahretsin ki yapamıyorum! Seni böyle gördükçe canımdan can gidiyor. Yüreğimi söküp sana katık edesim geliyor. Pare pareyim abla, seni böyle gördükçe bende yaşama isteği bile kalmıyor!"

Deran, aralarında 2 yaş olan kardeşine içi titreye titreye, canı kanaya kanaya baktı. Böylesi sözleri yakıştırmadı onun dudaklarına. Böylesi kederi hor gördü onun üzerinde. Olmamalıydı. Hazal'da onun kadar yaralı, biçare, perişan ve kederli olmamalıydı.

Hiç düşünmeden sarıp sarmaladı kardeşini. Ciğeri kanıyordu da yine de ah edemiyordu şimdi. Sesini çıkartmaya gücü de yoktu, şansı da. Onu kurtaracak hiçbir şey yoktu bu dünya üzerinde. Ölüm dışında...

"Deme öyle kardeşim," derken titreyen dudakları gibi titredi sesi. Gözlerinden bir katre yaş döküldü usulca. Ona çizilmiş yolu izledi emir kulu gibi. "Benim acım Urfa'ya çok. Seninkiyle de başa çıkamaz. Üzme canını. Ağlama. Unutma, her geceye güneş doğar." Onun gecelerine güneş doğmayalı çok uzun zaman oluyordu fakat böyle söyleyip kardeşini daha da üzmek istemiyordu.

"Senin gözlerine baktığım her an ciğerim parçalanıyor abla, nasıl üzmeyeyim kendimi? Benim elimde mi ki bu?"

Usulca başını salladı Deran. Kardeşinin başını boynunun girintisine çekip ona daha sıkı sarıldı bu sefer. Günahtı onlara reva görünenler. En büyük suçtu belki de. Bilakis Deran'a yapılanlar hele. Kim ödeyebilirdi bunun vebalini? Bir genç kızı bu denli hayata karşı nefretle bulamanın cezasını kim ödeyecekti?

Yavaşça ayrıldı birbirlerinden iki kardeş. Bakışları birbirine değiyor fakat ikisi de bir diğerine deva olamamaktan yanıyordu. Her şeye rağmen Allah büyüktü. Ondan gayrısı yoktu. Ondan başkasına güvenmiyordu Deran. İçindeki inanca sıkı sıkıya tutunmuş, alnına yazılan kaderin ne getireceğini bekliyordu. Biliyordu ki asla kendini ezdirmeyecek ve küçük düşürülmeye müsade etmeyecekti. Fakat yine de korkuyordu. Korkusu kapkara gözleriyle onu ateşlerde cayır cayır yakacak adamın yüzündendi. Ondan başkası korkutamıyordu onu. Adının nam saldığı Urfa'da, yanına hep kudretli sıfatların yakıştırıldığı Afran Bejindar dışında kimseden korkmuyordu.

AĞA [TAMAMLANDI]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin