bir │ölümün kıyısı│

En başından başla
                                    

"Deran!"

Yanan canının acısından başka hiçbir şey hissetmiyordu. Öyle ki herkesin canını yakası vardı. İntikam alası, katliam yapası vardı.

Kan dökesi vardı!

Her sabah üzerine oturup aynanın karşısında makyaj yaptığı tabureye bir gün ölmek için çıkacağını kim bilebilirdi ki? Kim bilirdi hayat dolu bir insanın tüm yaşam isteğinin vakumla çekilircesine kendinden sökülüp alınabileceğini?

Kadere yazılmış olan sözler kanlıydı. Kan akıyordu adeta her zerresinden. Taşıyordu kırmızılık dört bir yandan. Bir lav gibi yakıp kavuruyordu Deran'ı. Bitiriyordu. Ölümün kıyısına sürüklemişti, daha ne olsundu?

"Umut kalmadı artık," diye mırıldandı gözünden yuvarlanan bir damla gözyaşının eşliğinde. Yutkundu ardından. Sonsuza değin susmak için konuştu, son kez! "Ölmek, tek kurtuluştur artık!"

Korkusu ve ölüm arzusu karşı karşıya kaldı bir anda. Onlar cenge giriştikleri anda ağır basan ölüm arzusu galibiyetini ilan etmek için şahlanırken, kaydırdı Deran ayağının altındaki tabureyi an tereddüt etmeden. Ve incecik bedeni saniyeler içinde çırpınmaya başladı boşlukta.

Nefes alamaz oldu. Ciğeri yanıyormuş gibiydi adeta. Saniyeler saatlere dönüşmüştü o an. Lakin pişman olmadı. Onu canhıraş bir acının ortasında o acıyla cebelleşmeye mahkûm kılanlar, ona kıyanlar usuna gelince asla pişman olmadı!

"Deran!" diye yükseldi ses adeta çığlık atar gibiydi. "Deran neredesin ses ver artık!"

Kadının sesine karışan o sert tınıyı işitmedi kadın. Ölümün huzurlu kollarına teslim etmeye hazırdı artık kendini. Ölümü pahasına onu feda eden ailesi, mutlu olurdu belki artık.

"Aman Allahım!" diye bir çığlık yükseldi saniyeler sonra. Sabahtan beri Deran'ı arayan Hazal çığlıklarına mani olamamıştı çünkü. Öyle bir ağrı saplandı ki körpecik yüreğine kızın, gördüğü manzara karşısında dilini yutmak üzere kalışına şahit oldu.

Arkasından gelen Resul ise kendine şaşırma anı dahi bırakmadan derhal öne atıldı. Kadının bacaklarından tuttuğu gibi kaldırdı havaya doğru ve kükrercesine etrafa emirler yağdırmaya başladı. Öyle yüksekti ki sesi, öyle sertti ki taş evin duvarlarında zangır zangır yankılandı. Sesini duymayan bir Allah'ın kulu kalmadı Urfa'da. Urfa şahit oldu sesindeki acıya, pişmanlığa...

***

Kifayetsiz kelimeler, anlamsız cümlelerle bezeli bir paragraf duruyordu sanki önünde. Öyle beceriksiz yazılmış ki okunası değilmiş gibi. Lâkin sözcüklerdeki anlamsızlık anlamın ta kendisi, el yazısındaki savrukluk ruhundaki yaraların izlerini taşıyormuş yazanın sanki. Kâğıda değmiş kan izleri içinden mi taşmıştı ki acaba, diye düşünüyor insan. Ya da yazarken ne kadar sıkmış olabilir kalemi, parmaklarını kanatabilmek için?

Uçan kuşlar her kanat çırpışlarında neden acı çekmiyorlardı? Neden onlarında özgürlüklerinin bir bedeli yok idi? Neden her acıyı insan çekmek zorundaydı?

"Deran?"

Kucağına konulan tepsiyi hissetmişti fakat bir tepki vermedi. Başını camdan çevirmedi bile.

"Yapma böyle Deran, yemek yemen gerekli."

Duymuyordu Deran. Kulakları sağırdı artık her sese, dili lâldi bütün kelamlara. Henüz çocukken ona çizilmiş ve üzerinde yürümeye mahkûm kıldıkları bir yolda ilerliyordu Deran. Önünü bakmıyordu. Öyle uzun ve engebeli bir yoldu ki bu, tüketiyordu onu. Canını yakıyordu. Ölüp son vermek istemişti. Her şeye son vermek istemişti. Fakat bunu bile becerememişti. Yenilmişti hayata.

AĞA [TAMAMLANDI]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin